İttifak... Ziyaret... Paranın yönü!
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın İngiltere programından detaylar aktarmayı, gözlem ve kanaatlerimi paylaşmayı sürdürmek istiyorum. Hem iç siyaset hem de dış politik ve ekonomik ilişkiler açısından...
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın İngiltere programından detaylar aktarmayı, gözlem ve kanaatlerimi paylaşmayı sürdürmek istiyorum. Hem iç siyaset hem de dış politik ve ekonomik ilişkiler açısından önemli notlar aldık.
İlk konumuz, "Cumhur İttifakı!" Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, ittifaka ve sinerjisine hakikaten inanıyor. "Bu işin bozulmasına fırsat vermeyiz", "Kimse aramıza nifak sokamaz" diyor. Burada kararlılık çok net.
Bundan sonrasında ise ben, hassasiyet gerektiren bir boyuta değinmek istiyorum. "İttifak" ve "Koalisyon" kavramları kuşkusuz ayrı anlam ve hedefler içeriyor.
İttifaklar, partilerin birbirleri içinde erimesi veya asli kimliklerinin değişime uğraması anlamına da gelmiyor. Lakin koalisyonların süreli ve zoraki şartlarından farklı olarak örneğin Cumhur İttifakı, yerli ve milli karakteri ile ön plana çıkıyor. Bu özellikli ittifakta, ortaklaşma tesis edilen başlıkların toplumdaki güçlü karşılığının sürekli gözetilmesi ve senkronize hareket edilmesi büyük önem taşıyor. İşte bu nedenle Cumhur İttifakı'na gönülden bağlı yönetici ve partililerin, siyasi veya ekonomik şartları etkileyecek her noktada, tek taraflı beyanlardan kaçınması, liderler düzeyinde olgunlaştırılan politika hedeflerini eşgüdüm çerçevesinde kamuoyuna açıklamaya özen göstermesi arzu ediliyor.
Her ne kadar geride kalmış gibi görünse de 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e gerçekleşen o ziyaret, belirli mahfillerde çok speküle edilmişti. Genelkurmay Başkanı Org.
Hulusi Akar'ın, Gül'le görüşmesinden bahsettiğim çok açık... Anlaşılan o ki Org. Akar, sivil kıyafetle gittiği o ziyarette devlet duyarlılığı ve hemşerilik bağı arasında bir denge tutturmuş. "O onu dedi, bu bunu dedi" üzerinden Erdoğan ile Gül arasında açılan mesafenin, bilhassa Gül tarafındaki duygusal kırılmaların, devlet meselelerinde bir kırılmaya dönüşmemesi gereğine işaret edilmiş.
İddia edildiği gibi siyaset de yapılmamış! Yeni hükümet sistemine geçiş sürecinin dikkatli yönetilmesinin ülkenin geleceği açısından değeri vurgulanmış. Erdoğan ve Gül'ün, ihtiyaç halinde doğrudan temasa geçmelerinin memleket için faydalı olacağına dair nezaket cümleleri kurulmuş. Olmaz ama... Dikte edici bir üslup da takınılmamış.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, etkili uluslararası yayın kuruluşlarına verdiği mülakatların yanı sıra Londra finans piyasasının en büyük fon yöneticileri ile de görüştü. Burada, stil ve yaklaşım farklılığını giderme, anlayış birliği sağlama çabası ağır bastı. Ancak, iki husus hâlâ tartışma masasında kaldı. "Faiz-enflasyon ilişkisi" ile "Merkez Bankası bağımsızlığının niteliği!" Cumhurbaşkanı, düşük faizden yana. Yüksek faizin yatırımı, üretimi, istihdamı olumsuz etkilediğini savunuyor.
Bu dar alandaki oyunun üretimsizlik ve enflasyon olarak topluma döndüğünü söylüyor. Türkiye'nin yabancı tasarruflara olan gereksinimini bilen para otoriteleri ise "tatlı kazançlarından fedakârlığa yanaşmıyor!" Durum bu kadar açık.
Merkez Bankası'nın politika araçlarındaki bağımsızlığı ise yine frekans farklılığı olarak karşımıza çıkıyor. Banka yönetiminin, kısa vadeli faizler başta olmak üzere diğer para politikası enstrümanlarını kullanmasında esnekliği söz konusu olacak. Buna karşın, faiz ve enflasyonun tabana yansıması bağlamında Cumhurbaşkanı'nın uyarı ve tespitleri de ihmal edilmeyecek.
Kabul ediyorum bu, kolay olmadığı gibi uygulama becerisi ve ikna gayreti de gerektiren bir model. Ama denenecek.