Aşağının dili yukarının havası
İlkin gökyüzünün maviliği ile yarışan kehribar yapraklı kavakların hışırtısı çağırıyor beni. Neşeli bir halaya girmişçesine sabahın serinliğinde bütün...
İlkin gökyüzünün maviliği ile yarışan kehribar yapraklı kavakların hışırtısı çağırıyor beni. Neşeli bir halaya girmişçesine sabahın serinliğinde bütün dirilikleriyle, ince, zarif yaylanışlar, göz okşayan salınışlarla yan yana dizilmişler. Uzaktan bakanlara aldanmayın Kasım ayının girmiş olmasına, güzün kılıç kirpikleriyle baş uzatmasına. Baharı yazı değil asıl sonbaharı düşleriz. Ne zaman ki birer altın ketenine döner dalımız budağımız işte o vakit göğü delmek hüner sayılır bize. Bu seslenişi benden öncen duymuşçasına ve buraların mülkü bizimdir dercesine mağrur bir karga sürüsü önce saçaklanarak sarı yapraklara dalıyor sonra da göğün duru ve derin maviliğini yırtarak savruluyor. Sanki siyah onların teninde canlı birer kara elmasa dönüyor. Dileyen birer inci yontabilir bu görüntüden. İsteyen yaprak hışırtılarının çağrısında faniliğin kumaşını biçebilir.
Oturduğum yerden usulca kalkıyorum. Hem bu halayı yakından izlemek hem de anın sürprizlerine tabi olmak istiyorum. Bir şiirin içine yüze yüze dalar gibi yürüyor önce karşıdan bir süre onları seyrediyorum. Biliyorum aralarına karışıp diplerine oturduğumda görüntü daha da değişecek. Gözenekli gövdelerden nazenin dallara...