Bir ağacın altında oturmak...
İlkin bir çift çalı bülbülü gördüm. Öylesine gelip konmuşlardı sanki bir anlık zaman parçasının dalına. ‘Bir ağacın altına oturmaktır bir ülkede yaşamak da’ diyordum...
İlkin bir çift çalı bülbülü gördüm. Öylesine gelip konmuşlardı sanki bir anlık zaman parçasının dalına. ‘Bir ağacın altına oturmaktır bir ülkede yaşamak da’ diyordum mırıldanarak. Ağaca kendimi bildim bileli meftunum. İnsan insan olmasaydı ağaç olurdu diye düşünmem yeni değil. Buna rağmen insanın ona nasıl gaddar davrandığını da unutmam hiç. Fakat sonunda insan gelir bir şekilde ona bağlanır.
Efsanelere, masallara, türkülere, mimarinin tarihine hiç girmeden, ister kırda ister sonu gelmez büyük bir metropolde yaşasın insan, işin özü gelip bir ağaca bağlanır. Geniş bozkırda güneş her şeyi adeta bir su dalgası varmışçasına seraplarla kandırdığında bir ahlat ağacı boyut değiştirip her şeyi kolları altına alır. Onun bu duygusu insanda en zor anda kabaran umuttan başka bir şey değildir. Hiçbir zaman bir ağacın boyu gökdelenle yarışamaz fakat hiç bir gökdelende de bir ağacın endamı bulunmaz. Zaten gökdelen dediğiniz insan hırsından yapılmış yapay bir ağaç değil midir? Şuuraltı maddeyle böyle sürtünür insanoğlunun.
Bizim çalı bülbülleri ses ve sekişlerle birbirleriyle cilveleşiyorlar. Her an çekip gidebilirler. Zamanın zarı patlar böylece. Kuşlar ağaç dilinin...