Çok şey olurken olmayan az şeyler…
‘Görmüyor musun?’ diyor adam, kolunu ok gibi ileri uzatmış, işaret parmağıyla uzakta bir yeri gösteriyor. Denizin ufkunda zaferden dönen bir filo gördüğünden emin. ‘Ne var ki orada? Neyi görmemi...
‘Görmüyor musun?’ diyor adam, kolunu ok gibi ileri uzatmış, işaret parmağıyla uzakta bir yeri gösteriyor. Denizin ufkunda zaferden dönen bir filo gördüğünden emin. ‘Ne var ki orada? Neyi görmemi istiyorsun’ diye daha sormadan yanındaki, ‘kör müsün, gerçekten görmüyor musun?’ sorusu daha bir sertleşiyor ağzında. Yüzü işaret parmağı kadar gergin, kararlı ve inanmış. ‘Nasıl olabilir bunca çok şey olup biterken, nasıl nasıl olur da görmezden gelir insanlar?’ Sesi bu kez hesap sorucu ve daha inançlı. Bir an izin verse, nefes alıp geri dursa, yanındaki ‘peki sen gördüklerini anlat, benim göremeyip de senin gördüğünü iddia ettiğin şeyleri bir bir söyle’ diyebilse, derince yutkunacak, suya düşmüş iri bir taşın çıkardığı sese benzer bir sonla gırtlağında bir şeyler boğumlanacak, suda halkalar dağılıp kaybolmadan ‘kalk gidelim, görmeyenlere bir şey gösterilemez ki’ deyip ayaklanacak. Bu manzara, hemen her gün her vesileyle tekrarlanacak.
Kalabalığa bakarken, bir kahvehanenin önünde güneşlenirken, metro istasyonunda yürüyen merdivenlerden çıkarken, soru soran adam manzaraları çoğaltacak, adeta kolu önde, işaret parmağı gergin yaşayıp gidecek. ‘Mucizeler, daha gerçekleşmeden...