Erguvan delen gemi…
Kar yağmadan gelen bahara hayıflanırken erguvan geçişine hazırlanıyorduk ki birden bir kuru yük gemisi boğazın mavi kumaşını yırta yırta gitti ve Hekimbaşı Yalısı’nın kanını...
Kar yağmadan gelen bahara hayıflanırken erguvan geçişine hazırlanıyorduk ki birden bir kuru yük gemisi boğazın mavi kumaşını yırta yırta gitti ve Hekimbaşı Yalısı’nın kanını akıtıverdi. Beşir Ayvazoğlu’nun yazdığına göre özellikle gül ve karanfil sevdasına kapılmış hekim Salih Efendi, bu aşkın yansıması olacak ki tam da Boğaz’ın ortasında bir kınalı çiçek gibi duran bu yalıyı yaptırıvermiş. Mevsimin ve günün değişen saatlerinde bu yalının cilvelerine hayran olanlardanım. Karşı tepelerden gün batımına yakın bambaşka bir görünüşü vardır ve aşı boyası rengiyle Boğaz’ın sularıyla öpüşmeye başlar. Fakat benim asıl derdim erguvan mevsimi gelip döndüğünde, mor, mavi, yeşil ve kırmızının bu mağrur duruşudur. Onda bir geçmiş duygusundan öte pervasız bir gençlik atılışı da duyarım. Bugünün dünyasında boynu bir bir vurulan yaratıcı pervasızlıklar karşısında dinmeyen isyan bayrağını da görürüm. Bir sabah vakti, metal bir gemi burnuyla böğrünün deşilip adeta bağırsaklarının etrafa dağıldığını gördüğümde geleceğe dair büyük korkulara da bundan kapıldım. Yeniden restore edilse bile bir kere yaralanan yüz gibi hep derin bir iz taşıyacak. *** İstanbul Boğazı’nın her iki arka sırtında gittikçe yükselen gökdelen görgüsüzlükleriyle kuşatılmasının erguvanlar dahil şehri yaratan her değerin ruhuna zarar verdiğini söylemekten elbette yorulmayacağız.