Geleneği kitsch ile ekşitmek…
Evrensel nitelik kazanmış Osmanlı sanatında alttan alta bir Ayasofya’ya imrenme ruhu barınır. Mimarlık söz konusu olduğunda mesela, Mimar Sinan dahil bütün ustalar, Ayasofya ile yarışırlar...
Hatta büyük mimarın en büyük emeli mimaride ilkin Ayasofya’nın kubbesinin çapını yakalamak sonra da onu aşmaktır. Sanat tarihçileri, sanatı şiirle atbaşı giden ulu mimarın bu emeli yakalamasına ramak kaldığını ama yetişemediğini söylüyorlar. Ki bu emel, sanat iddiası taşıyan bir topluma hala kök değerindedir. Burada önemli olan bir uygarlık anlayışının kendisinden önceki bir uygarlık eseri karşısında komplekse kapılmadan onunla yarışa girişmesi, ondan etkilenip beslenme özgüvenini taşımasıdır. Hatta özgürce onu kendisine gelenek yapabilmesidir. Ayasofya’nın dört köşesine minare dikmenin sembolik değeri olabilir ama tevarüs ettiğin bu gelenekten yola koyularak ne yarattığındır mühim olan. Çünkü yaratıcı dönemlerde gelenek asla ölmüş ve bitmiş bir olgu olarak kabul edilmez. Pagan tapınaklarının üstünde kiliselerin onun üstünde de camilerin yükselmesi salt iktidar fikri ile açıklanamaz. Bu yüzden sanat eseri kuru kuruya taklit edilmez ancak örnek alınır. Bir kat daha yükselmenin kaynağı kabul edilir.