Şair ve galeta...
Her devrin her yazarın kendisine göre halleri var. Ev halleri başka, iş halleri başka, yeme içme halleri desen bambaşka. Yahya Kemal’in sofra hallerini biraz da acımasızca anlatanlar ne dereceye kadar gerçeğe...
Her devrin her yazarın kendisine göre halleri var. Ev halleri başka, iş halleri başka, yeme içme halleri desen bambaşka. Yahya Kemal’in sofra hallerini biraz da acımasızca anlatanlar ne dereceye kadar gerçeğe bağlıdırlar şüpheli. Ahmet Haşim’in bu dünyadan ayrılışını hızlandıran dolma tepsileri ise dilden dile dolaşır. Yemek içmek denilince gerçi kimse Refik Halit Karay’ın eline su dökemez lakin yazar çizer dediğin adamın ‘şikemperestlik’le mutlak bağı olmalı. Edebiyat tarihimizden sofra fotoğraflarını çıkarsak geriye upuzun bir çöl kalır. Mai ve Siyah’ın başındaki sofra sahnesinin düştüğünü hayal bile edemeyiz.
Han-ı Yağma bile sofraya, iştaha odaklanır. ÇNe var ki günden güne yazarlar hem kendi başlarına hem de dostlarıyla bir masaya oturup da zevkle yiyip içmekten mahrum kalıyorlar. Gazeteciliğin meşrebi kadar mezhebi değişeli beri simit ve çayın, köfte ve piyazın da tadı kaçmış durumda. Sayılı tuzu kurular dışında öyle oturup yemek içmek kimsenin harcı değil. Fiyatlar sadece can yakmıyor, şair ve yazarın ümüğünü sıkıyor.
Yine de her şartta simit ve galeta var değil mi? Bu iki gururlu yiyecek bir şekilde yüzümüzü ağartmaya bizi zor şartlarda ayakta tutmaya...