Yıkımdan önce ayakta kalmanın değeri
Doğan her gün batmaya yazgılıdır. Bu cebri bir zorunluluk değil evrenin varlığının gereğidir. Güneş nasıl güzel yükselirse dağların arkasından öyle yıkılır denizin ufkunda. Bir kez...
Doğan her gün batmaya yazgılıdır. Bu cebri bir zorunluluk değil evrenin varlığının gereğidir. Güneş nasıl güzel yükselirse dağların arkasından öyle yıkılır denizin ufkunda. Bir kez olsun bu oluşa güzelliğin tarafından bakmayanlar doğumla ölüm arasında örülen hayatın değeri üzerine de nitelikli düşünemezler.
‘Ölmeden önce ölün’ sözünü, yaşamanın ışığına doğru değil ölümün örtülü ve meçhul karanlığına doğru okurlar. Yaşamayı adeta lanetlerler. Yükselen her şeyin düşmeye, yeşeren her dalın kurumaya, uçan her kuşun konmaya, kopan her fırtınanın dinmeye hasılı birbirinden öncelik ve sonralık yönünden değil asıl gereklilik yönünden ardışıklığını kategorize ederler, kendi buruk akıllarıyla mahkum edip dondururlar. Gelecek her daim geçmişe dahil olmanın gerilimli fakat mutlak olanağı içinde titreyip dururken, geçmişin tortularına iman edip yolda kalırlar. Yıkımdan önce ayakta kalmak demek bir felaket teolojisinin çarpıcı epigramı değildir oysa. Ayakta kalmanın erdemini bulursan yıkılmayacaksın, yıkılmamanın yolunu bulacaksın demektir. Bunu yapmadığın zaman ayakta görünsen bile aslında yıkıksın, yıkılış geldiği zaman yaşayacağın bunun yüzüne çarpmasından öte bir şey değildir...