Allah’ın boyasıyla boyanmak

Müslüman için bilginin kaynağı, Kur’an ve Peygamber Aleyhisselam’ın haber lerinden ibarettir. Dünya hayatının tanzimine ve sürdürülmesine mahsus manevi ve müspet ilimlerin kaynağı da bunlardır. Halk (sayılabilen şeyler) ile emir (sayıya girmediği için sayılamayan şeyler) âlemi, Sünnetullah başlığı altında toplanarak, halk aleminden müspet (matematik, fizik, kimya, astronomi vs.) ilimler, emir aleminden ise manevi ilimler (ilm-i ilahi: metafizik) elde edilir ve insanların hayatı bu ilimlerle ilişki

https://w.soundcloud.com/player/?url=https%3A//api.soundcloud.com/trac

Müslüman için bilginin kaynağı, Kur’an ve Peygamber Aleyhisselam’ın haberlerinden ibarettir. Dünya hayatının tanzimine ve sürdürülmesine mahsus manevi ve müspet ilimlerin kaynağı da bunlardır. Halk (sayılabilen şeyler) ile emir (sayıya girmediği için sayılamayan şeyler) âlemi, Sünnetullah başlığı altında toplanarak, halk aleminden müspet (matematik, fizik, kimya, astronomi vs.) ilimler, emir aleminden ise manevi ilimler (ilm-i ilahi: metafizik) elde edilir ve insanların hayatı bu ilimlerle ilişkilerine göre şekillenir. Bu şekillenme mahiyeti, yönü ve maksadı her ne olursa olsun, –şu ilahi söz gereğince– kayıtsız ve şartsız olarak Allah’ın hükmündedir:

“Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır; onları O’ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O’nun bilgisi dışında bir yaprak bile düşmez. O, yerin karanlıklarındaki tek bir taneyi bile bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.” (6 En’am: 59)

Adını, eşyayı sınırlandırmak suretiyle kayıt altına almasından ya da eşyayı kayıt altına almasıyla sınırlandırmasından alan akıl, her iki durumda da sınırlandırma özelliğiyle yaratılmıştır. Aklın haddi olarak da ifade edebileceğimiz bu sınır(lılık) nedeniyle akıl Sünetullah’ı (hakikati) her zaman ancak bir yönüyle bilebilir ve ancak Sünnetullah’a ilişkin kendi zamanındaki keşifleri müdrik olabilir. Ki bunlar halk âlemine tabi bilimdeki işleyişe ve değişmeye dairdir.

Öte yandan insanda hem onun bilgilendiricisi, muhbiri olmak bakımından akılla irtibatlı bulunan hem de yaratılış özelliği nedeniyle onu aşan “emir âlemi”nden bir bilgilenme yolu

daha vardır: Manevi hisler ve bilgiler.

İnsanlık manevi hisler ve bilgiler konusunda ortaktır. Zira tekvînî olması nedeniyle o, teklife tabi olan şeriatlarla kayıtlı değildir.

Bu his ve bilginin mertebeleri sezgi, kutsî nur anlamında akıl, ilham, ruhî müşahede ile sırdır (Dâvûd el-Kayserî) ve nefsin merak, hayal, arzu, şehvet, vehim, zan vb. tezahürleri de bu ilk beş mertebenin içinde ya da altında yer alır.

Mertebeler ilahî takdirler olduğu için, insanların ya da genel olarak varlıkların hangi mertebelere yerleştirileceğinin, yükseltileceğinin takdiri de Allah’a aittir ve Zerdüşt, Geothe, Fuzulî, Rilke, Nietzsche, Şeyh Galib, Valery ile Sezai Karakoç vb. mezkur manevi hisler ve bilgiler ile mertebelere muhatap oluşları bakımından ortaktır.

Bu ortaklığa rağmen bunların arasında bir fark mutlaka vardır ki, o fark da tabi oldukları şeriatlar nedeniyledir. Zira şeriatlar Allah’ın boyalarıdır ve Müslümanlar “Allah’ın boyasıyla boyandık. Boyaca O’ndan daha güzel olan kim vardır? Biz yalnız O’na kulluk ederiz” (deyin). (2 Bakara: 138) mealindeki emir gereğince Allah’ın boyalarından olan -tevhit esaslı- İslam ile boyanma teklifini kabul etmeleri nedeniyle Müslüman adını almışlardır.

Boyanmak boyandığı rengin taşıyıcısı olmaktır. Diğer bir söyleyişle boyanmak kendi zarfına sonradan eklenen bir özelliği yüklenmektir. Öyle ki, suya rengini veren renkli sürahiler gibi, insanlarda içlerine –bir ayrım söz konusu olmaksızın– doldurulan sezgi, akıl, ilham, müşahede ve sırra kendi boyalarının yani şeriatlarının rengini vermekle farklılaşırlar. Değilse manevi hisler ve bilgileri kendisi suretler âlemine mensup olduğu için suretlendirmek zorunda olan insanların suretlendirme malzemelerinde bir farklılık yoktur. Her mimar çamur ve taşla, her müzik adamı sesle, her anlatıcı tahkiyeyle, her yazar kelimeyle ve kelemle… iş görür.

Allah’ın tevhit boyası ile boyanmayı kabul edip de sömürge, kültürel değiş(tirme)me vb. muhtelif dış etkilerle başka boya ile boyanmayı da kabul edenler önce mülemma’lı bir hale gelirler. Bunu kanıksamaya başladıktan sonra da asıl boyalarının değişmesine ve giderek başka boyalarla boyanmaya itiraz etmezler, hatta yeni boyayla boyanma yarışına girerler.

Bizdeki edeb halinin, edeb-i kelâm sevgisinin, edebî duruşun Batı edebiyatına evrilişi ve devasa bir edebî birikimden seküler bir söz ve yazının müptelası haline gelişimiz, zikrettiğimiz akışa tabi ol(durul)mamız nedeniyledir.

Önceki yazımızda da işaret ettiğimiz gibi, edebiyatta ilk sekülerleşme Servet-i fünûn mensuplarında olmuştur. Namık Kemal ile Muallim Naci’nin tam aksine Tevfik Fikret ile Mehmet Rauf “edebiyatı kafirleştirme” gayretinde bulunan ve bu nedenle gerçekçiliği hakikate tercih eden ilk isimlerdir.

Müllema’ safhası ise Yahya Kemal ve Ahmet Hamdi Tanpınar’la başlamıştır. Günümüzde Sol-Kemalist yani Batıcı edebiyatçıların Türkiye’yi Batı’ya peşkeş çekmedeki gayretkeşliklerini daha Cumhuriyetin ilk yıllarında gören bu iki isim, kültürel Müslümanlıkla Batıcılaşma eğilimini muhafazakâr edebiyat tanımında buluşturmaya çalışmışlardır.

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Allah’ın boyasıyla boyanmak 01 Şubat 2025 | 65 Okunma Edebiyatta sekülerleşmenin ilk adımı: Hakikatin gerçekliğe feda edilmesi 30 Ocak 2025 | 132 Okunma İyi kurguyu ararken kurgulanmak 28 Ocak 2025 | 71 Okunma ‘Hüsn-i Hat Bibliyografyası’ ve birkaç ek 25 Ocak 2025 | 96 Okunma ‘Yahudileri de Hıristiyanları da veliler edinmeyiniz’ 23 Ocak 2025 | 121 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar