Deprem, dil ve din
Yaklaşık on altı bin kişinin hayatını kaybettiği, dört bin kişinin kayıp olduğu Büyük Japon Depremi’ni de unutup, besili yüzü bile kızarmadan “162 imam hatip inşa ederken 9 fen lisesi yapan bir millet...
Yaklaşık on altı bin kişinin hayatını kaybettiği, dört bin kişinin kayıp olduğu Büyük Japon Depremi’ni de unutup, besili yüzü bile kızarmadan “162 imam hatip inşa ederken 9 fen lisesi yapan bir millet deprem tarafından ezilmeye müstehaktır” diyebilen bir zer-zevatın dünyasında, depremi doğru şekilde tartışmak mümkün müdür?
Tabii ki mümkün değildir, zira “Japonya’da kaç imam hatip ve kaç fen lisesi vardı ki böyle oldu?” sorusunu zorunlu kılacak olan bu tartışmada, her şeyden önce sözün zemini yanlış olduğundan, soru da yanlış olacaktır.
Biz yine de, din düşmanlığı için özel olarak kurulmuş bu vb. zihinleri illetli bilimcileri hayatımızın dışına atarak, deprem esaslı dilimizi sahih, edepli ve hakkaniyetli bir menzilde tutabiliriz.
Bu maksatla, bundan iki yıl önceki bir deprem vesilesiyle yaptığım hatırlatmaları, güncelliğini korumuması bakımından tekrarlamayı gerekli gördüm:
“Depremin, insani açıdan bir şiddet olduğu yediden yetmişe herkesin malumudur. Çünkü o doğrudan yıkıma, can ve mal kaybına neden olur. Bizler de bunlara maruz kalmanın acısını, üzüntüsünü her şeyin önüne aldığımız için, depremin salt bu yanı üzerinde dururuz. Onun kendi içindeki olma zorunluluğunu, yerküre (nin oluşumunu sürdürmesi ve dolayısıyla kaçınılmaz hareketi) açısından bilimsel faydasını (varsa ki, mutlaka vardır) pek dile getirmeyiz.
Üstelik Allah şiddeti varoluşa bitişik olarak halk ettiği halde bu böyledir. Örneğin, bitkinin bitişi toprağa, doğum anneye, tomurcuğun patlaması ağaca.. yönelik bir şiddettir; ancak bu şiddetler yeni bir sahiplik, manzaranın güzelleşmesiyle seyir keyfinin artması v.b. etkilerle yine Allah tarafından perdelendiği için de biz şiddeti tabii afetler cümlesinden bildiğimiz şeylerin dışında görmeyiz; hatta özel bir dikkatle izlemediğimizde farkında bile olmayız.