Dindarlık, hayatı sanat olarak yaşamaktır
Arapça din, Farça dâr’dan oluşan dindar kelimesinin sözlüklerdeki anlamlarının fevkinde –siyasetten de yalıtılmış olarak– İslam’a özel bir tanımına ulaşmak istediğimizde...
Arapça din, Farça dâr’dan oluşan dindar kelimesinin sözlüklerdeki anlamlarının fevkinde –siyasetten de yalıtılmış olarak– İslam’a özel bir tanımına ulaşmak istediğimizde, Hâce Abdullah Herevî’nin “Kişinin din ve dünya işlerinin medarı iki şey üzerinedir: Hakikatine ulaştığı ameller, şahsiyeti ile doğruladığı mürüvvet.” sözünden yola çıkabiliriz.
Çünkü “amellerin hakikatine ulaşmak” şeylerin yaratılış özelliklerine göre davranmak, varlığının haddinde durmak; bir şeyi kendisine ait olmayan yere koymamak, yanlış yere yerleştirmemek, yanlış kullanmamaktır. Bunların tersi zulüm olarak adlandırılır ki, zulümden kaçınmanın en garantili yolu da adalete tutunmaktır. (Bkz.: S. Muhammed Nakib el-Attas, İslam Metafiziğine Prolegomena, trc.: İlker Kömbe, Küre, 2016)
Bir insanın, hakkında zulümden kaçınacağı, adalete tutunacağı ilk şey ise önce kendi nefsidir. “Her insan, insanlığa mahsus fıtrî istidatlar ile doğar. Bu fıtratın muhteviyatının tamamı ‘fazilet-redâet (kötülük, azgınlık, habaset)’ ile ‘ruh-nefs’ gibi iki büyük sınıfa taksim edilir. Lakin fıtrat yumuşak balmumuna benzer. Ona şekil verecek olan avâmil-i sâni’anın...