Düşünmekten korkmak ve korkutmak
Bir okurum, zâtı nedeniyle değil, telkin yöntemi ve üslûbu nedeniyle sevmediğim bir vaizin, “Muhyiddîn İbnü’l-Arabî büyük bir kuyuya minik bir çakıl taşı attı. Bunu bütün insanlar...
Bir okurum, zâtı nedeniyle değil, telkin yöntemi ve üslûbu nedeniyle sevmediğim bir vaizin, “Muhyiddîn İbnü’l-Arabî büyük bir kuyuya minik bir çakıl taşı attı. Bunu bütün insanlar arasın dedi. Konyalı Sadreddin Konevî diye birisi de aldı onun bu sözlerinden din ihdas etti. Ortaya şöyle bir sorun çıktı Kur’an kullanılarak Hadisler kullanılarak İslam kullanılarak Yunan felsefesinden din çıkarıldı. Muhyiddîn ibnü’l-Arabî Endülüslü, Avrupa kafalı zaten, geldi Avrupa kültürünü o zamanda da Avrupa’dan çekmiş Müslümanlar demek ki, Avrupa’dan getirdiği mikropları Müslümanlara taşıdı.” sözlerini ihtiva eden bir video kaydı göndermiş.
Bu kayıt, vaizin ilgili sohbetinin tamamını değil, sadece zikrettiğim sözlerini ihtiva ettiği, diğer bir söyleyişle mezkur sözlerinin bağlamını tam açıklığıyla göstermediği için bir sorgulamaya tabi tutulamaz.
Bundan hareketle onun başka kayıtlarını aradım ve bir fetva sitesinde, “anlaşılmadığı halde, sevenleri tarafından aşırı yoruma uğratılmış görüşleri yüzünden bir İbnü’l-Arabi sorununun oluştuğuna” hükmedişine rastladım. İmam Rabbânî’nin, Şeyhulislam Mustafa Sabri Efendi’nin ilgili görüşlerinden etkilenmiş biri olması hasebiyle onlar üzerinden İbnü’l-Arabî hakkında oluşturduğu kanaati dile getirdiğini de söylüyordu aynı yerde ama neticede, konuşmasına göre yazılı üslübununda daha mutedil davranmasına rağmen, vaizin malum karşıtlığının özü ve formu değişmiyordu.
Bu bahiste beni ilgilendiren asıl şey, vaizin tek ayağı üstünde verdiği hükümler, yaptığı şiddetli suçlamalar değil. Zira vaiz burada, İbnü’l-Arabî’nin eserleri şurada, kendisi orada bulunduğuna göre, akıl, izan ve insaf sahibi okurlar / düşünenler bu mevcut malzeme içinden en doğru olanı seçebilecek durumdalar. Beni ilgilendiren asıl şey, vaizin “Muhyiddîn ibnü’l-Arabî Endülüslü, Avrupa kafalı zaten, geldi Avrupa kültürünü o zamanda da Avrupa’dan çekmiş Müslümanlar demek ki, Avrupa’dan getirdiği mikropları Müslümanlara taşıdı.” sözlerinde açığa çıkan düşünmekten korkma ve korkutma olgusudur. Olgusudur deyişim, vaizin bu konuda yanlız olmayışındandır; onunla birlikte başka vaizlerin de dile getirdiği bu korkunun, şu vakte dair geçici bir olay değil, son iki yüz elli yıldır sürekli işlenmek suretiyle olguya dönüştürülen bir gerçek olmasındandır.
Burada, Avrupa kafalı olmak, Avrupa’nın kültürünü İslam dünyasına çekmek ve bu çekilenin mikrop niteliği taşıması şeklindeki üçlemenin illeti felsefeden ibarettir. Üzerinde konuşulan özne İbnü’l-Arabî olunca bu felsefeden tasavvufun, ondan İslam metafiziğinin ve bundan da İslamî ontolojinin kastedildiği açıktır. Zira İbnü’l-Arabî, sadece kendisinden önceki tasavvuf tefekkürünü değil aynı zamanda onun üzerinden İslamî ontolojiyi de kurumlaştırmıştır.
Ontolojinin ve metafiziğin kaynağı ise Yunan felsefsidir. Farabî’den, Maktul Sühreverdî’ye, İmam Gazalî’yi ve Şehristânî’yi de içine çekerek süren İslamî ontoloji tartışmaları İbnü’l-Arabî tefekküründe kendi İslamîvasatına ulaşarak, belli oranda sonlanmıştır.