Hocalar ekrandaysa, mizan buradadır
Gilles Deleuze, Sinema I – Hareket-İmge adlı kitabında, şey ve şeyin algılanımı hakkında şunları söyler:“Şey ve şeyin algılanımı bir ve aynı şeydir, bir ve aynı imgedir, ama iki...
Gilles Deleuze, Sinema I – Hareket-İmge adlı kitabında, şey ve şeyin algılanımı hakkında şunları söyler:
“Şey ve şeyin algılanımı bir ve aynı şeydir, bir ve aynı imgedir, ama iki farklı referans sisteminden biri ya da diğeriyle ilişkilidir. Şey, kendinde olduğu haliyle, bir bütün olarak etkilerine maruz kaldığı ve dolaysız olarak tepkide bulunduğu tüm diğer imgelerle ilişkili olduğu haliyle imgedir. Oysa şeyin algılanımı, onu çerçeveleyen ve ondan yalnızca kısmi bir etkiyi tutup ona yalnızca doğrudan tepki veren başka bir özel imgeyle ilişkili, aynı imgedir. Bu şekilde tanımlanmış algılanımda, asla şeyde olduğundan başkası ya da daha fazlası yoktur: Tam tersine ‘daha az’ı vardır. Şeyi algılarız, ama ondan bizi ihtiyaçlarımız bakımından ilgilendirmeyenleri çıkararak. İhtiyaçtan ya da çıkardan anlaşılması gereken, alımlayıcı yüzümüz uyarınca şeye ait bizde kalan çizgiler ve noktalarla, verebildiğimiz gecikmiş tepkiler uyarınca seçtiğimiz etkilerdir. Bu, özelliğin ilk maddesel anını tanımlamanın bir yoludur: Çıkarmaya dayalıdır, şeyden kendisini ilgilendirmeyeni çıkarır. Ama öbür taraftan, o halde şeyin kendisi kendini kendinde bir algılanım ve tam, dolaysız, yayılmış bir algılanım olarak sunmak zorundadır.”
Biraz açacak olursak: Göz, bakmaya durduğunda tümel olanı görür; bakmaya açıldığında en uzaktakine (ufka) bir an’da ulaşabilen gözün gördüğü görüşüne girebilen her şeydir. Tek ya da birkaç şeyin görülmesi ise tikel görmeyle mümkün olur.
Şöyle ki, bir sokağa baktığımda perspektif çizgilerinin kesiştiği son noktayı görürüm. Oradan diyelim ki sarı renkli bir apartmanı, onun dördüncü katını, onun sağındaki daireyi ve onun balkonunu görmek istiyorsam öncelikle perspektiften başlayarak bir dizi eksiltmeye başvururum.
Bu eksiltme(ler) sürecinde vaktin, ışığın, gölgenin, mevzilenişimin, tahayyül düzeyimin, duyularımın, duygularımın ve düşüncelerimin algım üzerindeki etkisini de ilgilendiğim şeyle sınırlarım ve o şeyin kendisini görmeye mahsus (eksiltilmiş) bir muhteva ile doldururum, tıpkı fotoğraf çekerken bir kadrajın içini doldurur ya da o şeyi kadrajın kendisi haline getirir gibi.
Alıntıyla ilgili bu açmanın yeterli geleceğini sanıyorum, çünkü onu uzatırsam dilim tamamen denemeye kayacak ve söz konusu alıntıya bağlı olarak asıl ele almak istediğim husus ötelenmiş olacak.