“İlmin dili ibâre, mârifet dili işârettir”
Yazımıza başlık olan söz, Şeyh Ebu Bekir Şiblî tarafından söylenmiş, Attâr tarafından nakledilmiştir. (Evliya Tezkereleri, çev.: Süleyman Uludağ, Kabalcı Yayınları, İstanbul 2007)...
Yazımıza başlık olan söz, Şeyh Ebu Bekir Şiblî tarafından söylenmiş, Attâr tarafından nakledilmiştir. (Evliya Tezkereleri, çev.: Süleyman Uludağ, Kabalcı Yayınları, İstanbul 2007)
Marifetten bizim anladığımız, hüner / zanaat / sanattır. Sözü söyleyen, (ilk dönem sûfîlerden) Şiblî (v. 946) olunca, bu kelimenin tasavvufi manası (ıstılâhî kullanımı) öncelikli hale gelirse de, Attâr’ın aynı eserinde marifetle ilgili olarak Şiblî’den naklettiği diğer sözlere baktığımızda, kendi anlama şeklimizin doğruluğuna hükmederiz.
Kaldı ki, zikredilen söz öğrenmeye konu bir kelime ile başladığından, onu izleyen kelimenin de aynı düzeyde kullanılmış olması gerekir.
Öte yandan, İslam âleminde sanat tasavvufun çocuğudur; tohumu (özü) Kur’an ve Sünnet’ten gelir; tasavvuf tarafından doğurulur, emzirilir. Dolayısıyla sanata dair tanımların, yüklenen mahiyetlerin, öncelikle sûfîler tarafından dile getirilmesi doğaldır.
Bu kanaate bağlı olarak tasavvuf – sanat ilişkisini tartışma dışına itip, Şiblî’nin sözüne sanat planında rahatça dönebiliriz.
İşaret’in tanımından başlanarak marifet – işaret müşterekliği üzerine çok şey söylenebilir; diğer bir deyişle marifet ile bitiştirildiğinde işaret, bin pencereli bir yapıya dönüşür; hangisinden bakarak konuşursak konuşalım, sözümüz de aynı oranda bereketlenir.