İnsanı neden tanımalıyız
Tasavvuf yani İslam metafiziği konusundaki mevcut kısırdöngünün nedenleri şunlardır: 1- Konu İslam metafiziği olunca, hemen akla geliveren ilahiyatçılar (ilginç örneklerine yakın zamanda da tanık...
Tasavvuf yani İslam metafiziği konusundaki mevcut kısırdöngünün nedenleri şunlardır:
1- Konu İslam metafiziği olunca, hemen akla geliveren ilahiyatçılar (ilginç örneklerine yakın zamanda da tanık olduğumuz şekliyle) kelam üzerinden Allah’ı, onun vahyini, Peygamberini ve onun hadislerini hesaba çekmeyi bilimsel uğraşı saydıkları için, onların pozitivist gayretkeşlikleri uyarınca İslam metafiziğini konuşma ehliyetine sahip olanlar kendilerini geriye çekmişlerdir.
2- İslam metafiziğinin taşıyıcısı olan tarikatlar birer ticari yapıya evrildikleri, mezar ekonomisi üzerinden menkıbecilikle kitleleri –boyunlarına hurafe boyunduruğu geçirerek– güdebildikleri için “insan bu, meçhul”ün gerçekliğinden uzaklaşmış, dolayısıyla “seyr-i süluk”un zeminini tahrip etmişlerdir.
Bu durumda, konuyu kendi asliyetine uygun konuşmak ve “kendimizi ve insanı neden tasavvuf yoluyla tanımalıyız?” sorusuna doğru cevap verebilmek için, şimdilik Abdülhak Şinasi Hisar ile Ahmet Hamdi Tanpınar’ı da bir parantezde saklayarak, en azından Sezai Karakoç sonrasında kendi ihmalimizden doğan ilgili düşünsel boşluğu kapatmaya talip olabiliriz.
Haliyle çıkış noktamız Karakoç olacağına göre, onun Hızır’ı bu dünyaya indirerek, onu onun dilinden tanıttığı şu dizlere bakarak yol alabiliriz:
“Savaşta cephedeyim / Yaraların bezi benim / Tutsak olmayan bir erim / Çünkü tutsağın yüreğindeyim / Kan değilim kandan da ötedeyim / Özgürüm ama yalnız değilim / Ey insan prizmaları / Sizden uzak değilim / İlyas benim kızılötem / Ben sizin morötenizim / Ben en çok horozlarla gezenim / Geceleri namazım / Sabahları ezanım” (Gün Doğmadan, Diriliş Yayınları, İstanbul 2000).