Öfke ile nefretin berisinde düşünmek
Coğrafyamıza musallat olan bir büyük belanın ürettiği ağır şerlerin içinden geçiyoruz. Adı “ABD-İsrail” olan bu büyük belanın, Gazze’deki vahşetten Kuzey Irak’taki menfur...
Coğrafyamıza musallat olan bir büyük belanın ürettiği ağır şerlerin içinden geçiyoruz.
Adı “ABD-İsrail” olan bu büyük belanın, Gazze’deki vahşetten Kuzey Irak’taki menfur saldırıya, teröristlerin güdümünde giren muhalefetin milli omurgadan yoksun siyasetine… kadar hızla değiştirdiği gündemde başımız dönüyor.
Bu hızda -düşünmeyi zaten sevmediğimiz için- öfke ile nefretin sarkacına tutunmaya zorlandığımızı ve en etkili tepki sandığımız bu iki durumun aslında bakışımızı bulandırmaktan öte bir şeye yaramadığını da fark edemiyoruz.
Böylece ABD-İsrail belası, Babülmendep’ten Kuzey Irak’a… birbirlerinden farklı gibi görünen ama gerçekte biri diğerinin başlangıcı ya da sonucu olan şer tezgahını rahatça işletiyor.
Bu durumda, söz konusu gündemin biraz berisine çekilerek, zikrettiğimiz hususları bundan yirmi yıl önce “Şarkıyatçılık” olgusunda hakikat bağlamına oturtan Edward W. Said’in şu sözlerine birlikte kulak vermeyi öneriyorum:
“Düşüncenin, tartışmanın, akli muhakemenin, insanların kendi tarihlerini yaratması gerektiğini bildiren, laik bir tasarıma dayalı ahlak ilkesinin yerini, Amerika ya da Batı’yı müstesna gören, bağlamın önemini görmezden gelen...