Sanat, meyil, yönelme ve yön ilişkisi
Zanaat zorunlu ihtiyaçlar, sanat ise ruhsal tat (zevk) ve doyum içindir. Bu nedenle bir ayakkabıcıdan önce ayakların ihtiyacı nı karşılaması sonra ayakkabıyı güzel yapması beklenirken, ayakkabının resmi ni yapan bir ressamdan o resim yoluyla önce hayalleri ve hatırları harekete geçirmesi beklenir. Aslında zanaat ve sanat evvel emirde heva ve hevese tabi olmaları bakımından ortaktır ancak bu tabi oluş düzeyleri bakımından farklılaşırlar. Yani heva ve hevesin bir marangozun masa yapmasına, bir şairin
Zanaat zorunlu ihtiyaçlar, sanat ise ruhsal tat (zevk) ve doyum içindir. Bu nedenle bir ayakkabıcıdan önce ayakların ihtiyacını karşılaması sonra ayakkabıyı güzel yapması beklenirken, ayakkabının resmini yapan bir ressamdan o resim yoluyla önce hayalleri ve hatırları harekete geçirmesi beklenir.
Aslında zanaat ve sanat evvel emirde heva ve hevese tabi olmaları bakımından ortaktır ancak bu tabi oluş düzeyleri bakımından farklılaşırlar. Yani heva ve hevesin bir marangozun masa yapmasına, bir şairin şiir söylemesine/yazmasına etkisi aynı düzeyde olmaz.
Hasîrîzâde Elif Efendi’nin heva kelimesine verdiği meyil anlamından bakacak olursak, meyil mecazen “Bir kimse veya şeye diğerinden fazla eğilim, sevgi, istek ve ilgi gösterme, temayül” olarak eğilim manasında bir akmayı, akışı belirtir. Meyildeki bu akma, akış özelliği nedeniyledir ki, o yönelme/teveccüh ile istikbalden farklı, ancak ürettiği sonuçlar itibariyle yani yönelimselliği nedeniyle bunlarla ilişkilidir.
Edmund Husserl’e göre yönelimselliğin (intentionality) karakteri şöyledir: “Yönelim (intention), yönünü nesnesine doğrultur; bu, ona doğru sadece boş bir yönelim olmasını istemez; nesnenin kendisine gitmek ister; nesnenin kendisine yani nesnenin kendisini veren bir görüye, haddizatında nesnenin kendisine sahip olmanın bilinci olan görüye.” (Fenomenoloji, Michael Lewis Tanja Staehler, trc.: heyet, Fol, Ankara 2020)
Bizim sanat anlayışımızda heva ve heves esasında meylin teveccüh ile istikbal sonuçlarını üretmedeki farkını da yine Edmund Husserl’in Batı biliminin bunalımı çevresinde söylediği şu sözlerle somutlaştırabiliriz:
“İnsan usunu ilgilendiren bütün sorular, bengi; zaman dışı ideler ile düzgülere, doğru bilgilere, gerçek değere, doğru, iyi eyleme ilişkin sorular bilimdışıdır. Yalnızca doğa bilimleri değil insan bilimleri de bu soruları kapı dışarı etmiştir. İnsan bilimleri için insan bir olgu düzeyine indirgenir. Bunun nedeni en başta onun nesnelci yöntemidir. Gelgelelim insan usunun, insan ussallığının dikkate alınmadığı yerde insanın anlaşılması olanaksızdır. İnsanın ussal etkinlikleri, onları yaratana geri götürülmeden aydınlatılamaz. Bu bağlam göz ardı edildiğinde bilim karşınıza tekinsiz bir araç olarak çıkar.” (Bunalım, trc. Levent Özcoşar, Biblos, Bursa 2020)
Kendi sanat anlayışımızı, insanı Yaratan’a geri götürerek değil, insanı bizzat Yaratan’ın ve Peygamber Aleyhisselam’ın verdiği bilginin içinden okuyarak inşa edeceğimize göre, sanat yapmaya yönelten meyli, diğer bir söyleyişle sanatta yönelimselliği, ilgili ayetlerin şu ibarelerinin mealinden hareketle tesis etmekle yükümlüyüz:
“…Rabbinin huzurunda (hesap vermekten) korkan ve nefsine kötü arzuları (heva) yasaklayana gelince…” (Nâziat, 79/40)
“Eğer biz isteseydik o kişiyi delillerimizle yüceltirdik. Fakat o dünyaya saplanıp kaldı, hevesinin (heva) peşine düştü. İşte böylesinin hali, kovsan da bıraksan da hep dilini çıkarıp soluyan köpeğin haline benzer. (A’raf, 7/176)
“…Dünya hayatının çekiciliğine meylederek gözlerini onlardan çevirme! Bizi anmaktan kalbini gafil kıldığımız, kötü arzularına (heva) uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme! (Kehf, 18/28)
“Eğer sana cevap vermezlerse bil ki onlar sırf kendi bencil arzularına (heva) uymaktadırlar…” (Kasas, 28/50)
“… Doğrusu birçokları bilgisizce kendi kötü arzularına (heva) uyarak saptırıyorlar… (En’âm, 6/119
“… Siz hislerinize (heva) uyup adaletten ayrılmayın. (Nisâ, 4/135)
“Ey Dâvûd! Biz seni yeryüzünde halife yaptık; onun için insanlar arasında adaletle hükmet; nefsin isteklerine (heva) uyma, sonra seni Allah yolundan saptırır…” (Sad, 38/26)
“Arzularını (heva) tanrı yerine koyan...” (Casiye, 45/23)
Bu ilahi hükümler doğrultusunda meyil olarak heva hevesimizin inanç temelinde tesisini olumlu bir teveccüh ve istikbal ile kayıtlı hale getirmek durumundayız. Bu da en özet söyleyişle teveccühümüzü Rabbimize, O’nun Beyt’ine (Kabetullah’a) tabi istikbal üzerinden yöneltmemizden ibarettir.
Heva ve heves olarak meylin bu sonuca bağlanması, büyüklerimizce nefiste heva unsurunun harekete geçtiği andan itibaren çeşitli ruhsal etapların oluşmasıyla birlikte anlatılmıştır. Buna göre meyil niyeti, niyet yönelmeyi yani teveccühü, teveccüh iradeyi, irade istikameti, istikamet ise fiili yani eylem(ey)i doğurur.
En sade şekliyle verdiğimiz bu silsile yani akma/akış salt insanın kendisi nedeniyle kendisinde meydana gelmez. Zira hakikatte irade Allah’ın iradesinden ibaret olup, insan o iradeden pay almakla mezkur silsileye yani akışa dahil olur.
İlettiğimiz bu bilgileri nasipse izleyen yazımızda Gazzâlî’nin ilgili düşünceleriyle tahkim edelim.