Siyasal Alevîlik’le ihanet ve küfür arasındaki o ince sınır
Peygamberimiz Aleyhisselam ’ın, benzer ifadelerle beş ayrı ravi zinciriyle ulaşan 73 fırka hadisinde, “Ümmetim” lafzının kullanılması nedeniyle “kurtulamayacak olan 72 fırka” Muhammed ümmeti dışına itilmemiş , ancak zamanla siyasetin toplumu dinden daha fazla etkilediği şartlarda söz konusu fırkalar merkezin dışında ama genel İslam dairesinin dışının içinde tutulmuştur. Ayrıca mezkûr zikrediş ve ilettiğimiz sonuç, “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şahitlik eden kimseler olun.
Peygamberimiz Aleyhisselam’ın, benzer ifadelerle beş ayrı ravi zinciriyle ulaşan 73 fırka hadisinde, “Ümmetim” lafzının kullanılması nedeniyle “kurtulamayacak olan 72 fırka” Muhammed ümmeti dışına itilmemiş, ancak zamanla siyasetin toplumu dinden daha fazla etkilediği şartlarda söz konusu fırkalar merkezin dışında ama genel İslam dairesinin dışının içinde tutulmuştur.
Ayrıca mezkûr zikrediş ve ilettiğimiz sonuç, “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun; bu takvaya daha uygundur. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır. (5 Maide: 8) mealindeki İlahî hükme tabi olarak ilgili sapkın fırkaların tekfir edilmemesi konusunda değerli bir hassasiyeti de doğurmuştur.
Bir Ehl-i sünnet mensubunun üslûbuyla ilettiğimiz bu hususlara karşı “Yavuz Sultan Selim Çaldıran savaşında Şah İsmail’e yenilseydi, mevcut dini algı ve ifade tarzı da böyle olmayacaktı.” denilerek itiraz edilmesi elbette mümkündür. Ancak tarih keşkelerle yazılmadığı gibi, ihtimallere göre de okunamaz. Nitekim ilgili bilgiler de hakikatte şöyle şekillenmiştir:
1-Abbasi hilafetinin gücünü kaybedip, Bağdat’taki halife sarayının Türkistan diyarından köle ya da esir olarak getirilen Türklerden kurulmuş özel bir orduyla korunabilir hale gelmesini fırsat bilen Bâtınîler, Aliîliği çoğunluğu Hıristiyanlarınkiyle benzeşen yeni ritüellerle tahkim edilmiş bir tarikata dönüştürerek Abbasi hilafeti üstünde hükümranlık kurmuşlardır.
2-Oğuzların Kınık boyundan olan Selçuklular, Türkistan diyarından kopup Horasan’a inerek Müslümanlığı kabul etmekle kalmamışlar, Gazneliler’i yendikten sonra Horasan’da Büyük Selçuklular devletini kurmuşlardır.
Hanefilik mezhebine tabi bulunan Büyük Selçuklu sultanları ve emirleri, Bâtınilerin Abbasi hilafeti üzerindeki etkisini kırmayı peşinen ve hükmen üstlenmiş; halife de onları Bâtınîlere karşı bir kurtuluş umudu olarak görmüştür. Nitekim Selçuklu hükümdarı halifenin özel davetiyle Bağdat’a gitmiş ve onun sarsılan prestijini iade etmiştir. Ancak Büyük Selçuklu bununla yetinmemiş, din ve iktidar arasındaki ayrımı ortadan kaldırmak maksadıyla önce saltanat ve hilafet mensuplarının karşılıklı evliliklerini bu uğurda kullanmak istemiş; giderek bununla da yetinmeyip Abbasi hilafetini Bağdat’ın dışına çıkarmak istemiştir.
3-Horasan, İran, Irak ve Suriye havzasında Büyük Selçuklu hakimiyetine engel olmayan Bâtınîler bu kez Mısır’da kurdurdukları Fatımî saltanatıyla, Ehl-i sünnet’in gücünü kırmak istemişler ancak neticede bunların hakkından da Eyyübîler’in sultanı Selahaddin gelmiştir.
4-Büyük Selçuklular’ın din ve iktidar arasındaki ayrımı kaldırmaya yönelik çabaları yaklaşık 450 yıl sonra Yavuz Sultan Selim eliyle gerçekleşmiştir.
Ancak bu gerçekleşme iki problemi de beraberinde getirmiştir.
Birincisi, Fernand Braudel’in Akdeniz’indeki söyleyişiyle, arka bahçesinden gelen tehdidi gereğinden fazla önemsemesi nedeniyle Osmanlı’nın batı seferleri sekteye uğramakla kalmamış, onu Portekiz’i fethederek dünya tarihinin mevcut akışını ikinci kez değiştirme imkanından da mahrum bırakmıştır.
İkincisi, Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran savaşını takiben Kızılbaşlara uyguladığı şiddet, hem Osmanlı’nın o şiddeti din algısı içinde makulleştirmesine hem de Şah İsmail taraftarlarının da yine din algısı içinde gereğinden fazla abartmasına sebep olarak, Aliîlik tarikatı ile Ehl-i sünnet arasında uydurma hadislerle, rivayetlerle ve efsanelerle takviye edilmiş derin bir uçurum açmıştır.
Bu uçurum hiç kapanmamış, bilakis Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki olaylarla derinleşmiştir. Şimdi hızlı bir geçişle yukarıda zikrettiğimiz hadiselerin bir günümüz Alevîsinin bakış açısına nasıl yansıdığına bakarak, artık kendi günümüze gelelim:
29 Haziran 2020 tarihinde aleviocagi.org sitesindeki bir söyleşide şunlar söylenmiştir:
“Alevilerin politize olma süreci yani sizin incelediğiniz Türkiye Birlik Partisi dönemi ve ardından yaşanan Madımak arasında herhangi bir bağ gördünüz mü?
"Şöyle bir bağ var bence. Alevilerin geçirdiği sürecin değişmezleri var; sürekli olarak iktidar dışında tutulmaya çalışılması, ekonomik, siyasal veya kültürel açıdan kenarda bırakılmak istenilmesi, dinsel açıdan hâkim dini anlayışın dışına itilerek ötekileştirilmesi, yok sayılması ve imha… Öyle ki, Batıni özelliklerini dikkate alarak söylediğimizde bu dışlamanın tarihi Selçuklulara hatta Ehlibeyt tartışmaları odağında İslam’ın doğuş sürecine kadar götürülebilir. Ama Alevilere yönelik sistematik dışlamanın yoğunlaşmasının Osmanlı İmparatorluğu, özellikle de 16. Yüzyılda Osmanlı-Safevi gerginliğine bağlı olarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz.”
Buradan devam edelim inşallah.