Vakitler zamana atılmış düğümlerdir
Vakt: Vkt kök kelimesi ‘zaman veya başka bir şeyde belli bir şeyin sınırı ve nihayeti’ anlamına gelir. Bu kökten gelen vakt, bilinen zamandır. Mevkut ‘sınırlı’, mikat, ‘vakti belirlenmiş varış yeri’ demektir. (Suad el-Hakîm, İbnü’l-Arabî Sözlüğü, trc.: Ekrem Demirli, Kabalcı, İstanbul 2005) Buna göre vakit, zamandan bir cüzdür ve o da kendinde devir, yıl, ay, gün, saat, an… vd. cüzlere sahiptir. Kur’ân’da vakit kelimesi, vkt kökünden türevleriyle 13 ayette yer alır ve Kur’ân sözlüklerindeki anlamları
Vakt: Vkt kök kelimesi ‘zaman veya başka bir şeyde belli bir şeyin sınırı ve nihayeti’ anlamına gelir. Bu kökten gelen vakt, bilinen zamandır. Mevkut ‘sınırlı’, mikat, ‘vakti belirlenmiş varış yeri’ demektir. (Suad el-Hakîm, İbnü’l-Arabî Sözlüğü, trc.: Ekrem Demirli, Kabalcı, İstanbul 2005)
Buna göre vakit, zamandan bir cüzdür ve o da kendinde devir, yıl, ay, gün, saat, an… vd. cüzlere sahiptir.
Kur’ân’da vakit kelimesi, vkt kökünden türevleriyle 13 ayette yer alır ve Kur’ân sözlüklerindeki anlamları itibariyle farz, vacip, müstehap, mekruh ve mubah vakitler ayrımıyla doğrudan ibadet esasında fıkha dahil olduğu gibi, ilgili ayetlerde peygamberlerin devirlerine, kıyamet gününe, borçlanma vb. dünyevî işlere… işaretle (ahlakı da ona dahil ettiğimizde) şeriatı ifade eder. Diğer bir ifadeyle fıkıh yani uygulama cihetinden din/İslam şeriatı, adeta vakitler üzerine bina edilmiş gibidir. (Geniş bilgi için bkz.: Semîn el-Halebî, Misalli Ansikopedik Kur’an Sözlüğü, trc.: Veysel Akdoğan, Ketebe, İstanbul 2024).
Konunun bâtınî yönünü ise tasavvuftan vereceğiz. Ancak buna geçmeden önce şeriatı yüklenen olarak bir müminin, dünya mühleti ya da hayatı anlamında kendisinin de vakte tabi, yani kendi varlığının da vakit tanımlı olmasına dikkat çekmeliyiz.
Şöyle ki, doğmak dünya zamanında kendi vaktine düğümlenmek, ölmek ise kendi vaktinin düğümünden kurtularak mutlak zamana katılmaktır.
Her varlık ancak kendi hakikatine uygun yaratılışları kabul edebildiğine göre, vakitli ya da vakitlere tabi bir varlık olarak insan da kendi mühletinde önce vakti ve vakit cinsinden olanı kabul eder.
Bu bakımdan doğmuş olan biri bebeklik, çocukluk vakitlerini kat ederek ergenlik vaktine eriştiğinde, aynı zamanda teklif (mükellef olma) vaktine de erişmiş olur ki, şeriatın ona eylem -ibadeti ifa etme– şartı olarak tayin ettiği namaz, oruç, hac, zekat, bayram, kandil günleri… vb. vakitleri hak eder.
Böylece vakte tabi olan insan, yukarıdaki söyleyişimizle şeriat demek olan vakitleri, bu kez kendisi için dünya zamanında atılan düğümle (kendi vakitliliği ile) benzerliği yönünden, Allah’ın attığı düğümler olarak benimseyip, müteşerrî olmayı seçtiğinde, kendi hayat düğümü içindeki şer’î düğümleri aynı zamanda onu mutlak zamana eriştirecek bir merdivenin basamakları görmeye başlar.
Nitekim büyüklerimiz bu görmeyi, beş vakit namazın Peygamber Aleyhisselam’ın miracında farz kılınmasından hareketle, müminlerin namazlarını, miracın yükselme aracı yani merdiveni manasında bir ortaklığa yormuşlar; “Namazı bitirince de ayakta iken, otururken ve yatarken Allah’ı anın. Güvenlikde olduğunuzda namazı gerektiği gibi kılın. Şüphe yok ki namaz, müminler üzerine vakitleri belli (mevkuten) yazılmış (kitaben) bir ödevdir” (Nisa, 4/103) mealindeki ilahi emirde işaret buyrulan sürekliliği de söz konuşu yükseliş ile birleştirmişlerdir.
Müminin vakitli / vakitlere tabi bir varlık olması demek, kendi zamanıyla kayıtlılığı demektir. Dolayısıyla bu kayıtlılığı tasavvuf ilminde ibnü’l-vakt terimiyle ifade edilmiştir.
Abdürrezzak Kâşânî, Istılâhâtu’s-Sûfiyye’sinde vakti şöyle tarif etmiştir:
“Vakit: İçinde bulunduğun andır. Eğer vakit Hakk’ın tasarrufunda ise, rıza göstermen ve teslim olman gerekir ki, böylece vaktin hükmü ile olmuş olursun ve aklına ondan başkası gelmez. Şayet söz konusu vakit senin yapıp etmenle alakalıysa, sadece seni ilgilendiren şeyle ilgilen, geçmiş ve geleceği düşünme. Zira geçmişi telafi etmeye çalışırsan içinde bulunduğun vakti zayi edersin; gelecekteki bir şeyi düşünmek de böyledir. Çünkü geleceğe ulaşamayabilirsin ve vakti de elinden kaçırırsın. Bu nedenle muhakkik ‘Sûfî ibnü’l-vakt’tir (vaktin oğludur)’ demiştir.” (Sûfîlerin Kavramları, trc.: Abdurrezzak Tek, Bursa Akademi, Bursa 2014)
İbnü’l-vakt terkibiyle neyin kastedildiği şöyle de açıklanmıştır:
“Derler ki, ‘Sûfî ibnü’l-vakttir (vaktin çocuğudur).’ Bununla kasd edilen şudur: O, hâl içinde en gerekli işle meşgul olur, o ânın gerektirdiği işi yapar. Denilmiştir ki: ‘Fakirin vaktini ne geçmiş meşgul eder ne gelecek, o ancak, içinde bulunduğu vakit ile meşguldür.’ Yine denilmiştir ki: ‘Geçmişin vaktiyle meşgul olmak, ikinci bir vakti elden kaçırmaktır.” (Metinlerle Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, trc.: heyet, edt.: Zafer Erginli, Kalem, Trabzon 2006)
Tasavvuf düşüncesinde vaktin kozmoloji ile ilişkisini öğrenmeye ve ibnü’l-vakt terimiyle ilgili daha geniş bilgiye ihtiyaç duyanları İbn Arabî’nin Fütûhât-ı Mekkiye’sinde 35. Kısımdaki vakit ve namaz vakitleri ile ilgili bilgilere yönlendirelim.