Yurt, sanat ve eser
Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’nı, bundan iki yıl önce, dışından da olsa görmüştüm. Taçkapılarındaki bezemeler, restorasyon çalışmaları nedeniyle toza bulandıkları...
Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’nı, bundan iki yıl önce, dışından da olsa görmüştüm. Taçkapılarındaki bezemeler, restorasyon çalışmaları nedeniyle toza bulandıkları halde ihtişamlarından hiçbir şey kaybetmemişlerdi.
Ziyaretimden beri ne zaman sanat bahsi açılsa, aklıma hemen burası düşüveriyor. Zira Selçuklu sanatında taklit edilemezliğiyle bir zirveyi temsil eden bu yapılar, yapıldıkları zaman itibariyle de bir fevkaladeliği, seçkinliği ifade ediyorlar. Bu düş-ü-vermenin etkisiyle, her iki cihetten de konuyu yeniden ele alma ihtiyacındayım. Ama önce 19 Ekim 2018 tarihinde bu sütunda yayımlanan ilgili yazımı hatırlatmalıyım ki, devamında söyleyebileceğim şeyler doğru ve sağlamca bir zemine yerleşebilsin:
“Doğumlara ve ölümlere hiç aldırış etmeksizin var olan yeryüzüne sanatla tutunma gayreti, normal şartlarda sanatçının geleceğe kalma inat ve ısrarıyla birlikte düşünüldüğünde fıtrî bir mesele olarak makulleştirilebilir.
Sanatla tutunmayı, fertten millete tahvil ederek millî bir yer tutma ile birlikte düşündüğümüzde ise meselenin boyutu değişiverir.
Bunun en tipik örneklerinden biri kendimiziz.
Gayri Müslim iken kuraklık, kıtlık, yosulluk.. nedeniyle Orta Asya bozkırlarından kopup, itikadî ve amelî manada henüz mezhep tercihleri bile netleşmemiş (deyim yerindeyse çoğunluğu henüz heterodoks) Müslümanlar olarak Anadolu bozkırlarında (Rum diyarında) konaklamışız.