Laikliğe odaklanırken demokrasi unutulmasın
İçki ve eğlenceye getirilen sınırlamalar, Ayasofya’nın camiye çevrilmesi, bazı imamların yaptıkları açıklamalar vb. üst üste gelince, toplumun bir kesiminde kaygılar yükseliyor: Dini bir rejim...
İçki ve eğlenceye getirilen sınırlamalar, Ayasofya’nın camiye çevrilmesi, bazı imamların yaptıkları açıklamalar vb. üst üste gelince, toplumun bir kesiminde kaygılar yükseliyor: Dini bir rejim kurulacak. İran’da olduğu gibi mollaların fetvalarıyla hayat zindana çevrilecek. Kadınlara örtünme zorunluluğu getirilecek… Böyle düşünenlerin varlığı bir gerçek. Türkiye’de İslami bir rejim kurmayı umut eden, bunun için çalışanların bulunduğunu biliyoruz. Böyle bir tehdit gerçekleşebilir mi, gerçekleşemez mi? Bunu tartışmayı sonraya bırakarak, Türkiye’nin temel problemine odaklanmaya çalışalım. Uzun bir çok partili dönemin yaşanmasına rağmen; kalıcı, insanları mutlu edici bir adalet sistemi kurulamadı. Evrensel hukukun temel kuralları yerleşmedi. Düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü sağlanamadı.
“Şeriat gelecek mi?” tartışması, bir anlamda, bu temel konularda yoğunlaşmayı gölgeliyor ve ikinci plana atabiliyor. Laikliği, gerçek laikliği savunmalı ve kalıcı bir sistem olarak rejimin ana aksını oluşturmasını sağlamalıyız. Ancak sadece laikliği savunmak inanç özgürlüğünü garantiye almıyor. Dinin devlet işlerine karışmasını önlemeye yetmiyor. Demokrasisi kırılgan ülkelerde din devleti de kurulabiliyor, kişisel diktatörlük de ilan edilebiliyor.
Asıl savunma hattını İslami rejim kurmaya karşı kurmak, demokrasi konusunu ikinci plana atma tehlikesini içinde barındırıyor. Gerçek özgürlükler konusunda duyarlılığı zayıflatıyor, yer yer otoriterleşmeye yeşil ışık yakacak bir zihniyet oluşturuyor. Ayasofya İmamı’nın Atatürk’ü ve laikliği hedef alan ağır hakaretlerini duyduğumuzda öfkeleniyor ve üzülüyoruz.
Bence, Türkiye’nin 200 yıllık modernleşme birikimi, 70 yıllık çok partili rejim deneyimi ve Osmanlı İmparatorluğu gibi uzun bir devlet geleneğinin üzerine oturan devlet tecrübesi, Türkiye’nin belli bir ideolojinin esiri olmamasını sağlamaya yeterli bir birikim. Bu birikime, en önemlisi de halka yani seçmene güvenmek gerek. Toplumun önemli çoğunluğu, hiçbir aşırılığı onaylamıyor, bu anlamda dikkatli davranıyor. Yanlış yapanı birinci denemede olmasa da ikinci denemede mutlaka cezalandırıyor.
Şimdi yeni bir döneme giriyoruz. Bu, yeni seçeneklerin ortaya çıktığı yeni bir seçim dönemi. Sistem üzerinde yoğunlaşan bir tartışma yaşayacağımız görülüyor. 2017 Anayasa referandumuyla, 'başkanlık sistemi' olarak adlandırılan, ancak hiçbir denge ve denetim mekanizmasının olmadığı bir sisteme geçtik. Bu denemeye giden yolda iktidar partisi içinden de karşı argümanlar çıktı.
Önde gelen isimlerin, kurucu isimlerin bu sistemi onaylamadıkları için yeni siyasi seçenekler oluşturma yolunda ilerledikleri bir dönemden geçiyoruz. Genel seçimler, halkın iradesine başvurmak, kırık ve özürlü demokrasiyi onarma imkanı veriyor. Tabii seçimlere resmen iki yıl var.