Bugün canım aslında yazı yazmak istiyordu ama yazmadım
"Erkeğin bu tipi her sabah uyandığında önündeki küçücük çıkıntıya bakarak güne başlar. Bütün varlığı o fazlalığın emrindedir, bütün gücünü de oradan...
"Erkeğin bu tipi her sabah uyandığında önündeki küçücük çıkıntıya bakarak güne başlar. Bütün varlığı o fazlalığın emrindedir, bütün gücünü de oradan alır. Aklına bir an bile bir başkasının onu istemeyebileceği gelmez..." Böyle başlıyordu bugün bu sayfada herkesin konuştuğu dayak olayıyla ilgili okuyacağınız yazı, ama bir türlü bitiremedim. Yazdım, yazdım, sildim, tekrar yazdım sonunda kelime sayısı bir gazete yazısını çok aşan bir yazı çıktı ortaya. Ama bir türlü sonucundan tatmin olamadım. Yer yer fazla öfkeli buldum kendi satırlarımı, yer yer müstehcen. Bir lüzumsuzun dava açmasını da istemiyorum bana, muzır kuruluna takılmak da. Simone de Beauvoir'dan girip Kate Millett'tan çıkarak erkek olmanın zavallılığı üzerine literatür parçalamak da istemedim; bir kadının bir başka kadını da sevebilmesi üzerine ahkam kesmek de benim görevim mi, bilemedim.O yüzden bu yazıyı hiç kimse okuyamayacak. Gazeteye yollamadım bile. Yayımlar mıyım, henüz bilmiyorum.Bazen hayatın (ya da erkeklerin iğrençliği) üzerine söylenecek çok söz birikiyor. Bazen bu sözlerin hiçbirini söylememek daha da anlam kazanıyor. Çirkinlik ortada çünkü, gayet net görünüyor. Üzerine bir söz daha söylemeye gerek var mı?Hiç değer verilmemesi gereken birine saldırmak, eleştirmek için bile adını anmak bile o çamurun üzerinize bulaşmasına yol açabiliyor. O yüzden kararımı veremedim.Bu konu hakkında söylenecek bir söz daha kaldı mı? Bana kalırsa kaldı. Ama o sözü ben mi söylemeliyim, bilmiyorum. ***