Allah’ın lanetlediği kentte yolculuk
Geçen aylarda Tekirdağ dönüşü bir hata yaptık akşam üzeri ve Silivri üzerinden İstanbul’a girelim dedik. Tanrım bu ne trafik yoğunluğu ve bu ne kalabalık! Adım adım. Ama tüm bundan daha korkuncu hemen...
Geçen aylarda Tekirdağ dönüşü bir hata yaptık akşam üzeri ve Silivri üzerinden İstanbul’a girelim dedik. Tanrım bu ne trafik yoğunluğu ve bu ne kalabalık! Adım adım. Ama tüm bundan daha korkuncu hemen sol tarafımızda otoyolun üzerine, yol boyunca üzerimize düşmesine ramak kalmış blok blok blok gökdelenler yığını. Gökyüzünü görmek mümkün değil. Allah kahretsin...
Beylikdüzü’nden Çekmece’lere ve Avcılar’a doğru inerken izleyin... İmdat diye bağırasınız gelir. Aman Kadıköy, aman Büyükada, kurtar bizi bu cehennemden diye söylenerek gözlerimi kapıyorum... Buralar İstanbul’a ait değil diye avunun... Hepsi kentin bir parçası, milyonlar arabalarına biniyor, arabası olmayan yollara düşüyor; metrobüsler, otobüsler, minibüsler, metrolar, yollar yollar ve yollar... Tüm insanlar salkım saçak yollarda.
Bu son, artık zaten pek ayrılmak istemediğim kendi yaşam çemberimin dışına çıkmayacağım, orada yaşayacağım, diyorum.
Ama ne mümkün!
Edirne Kitap Fuarı ve HBT’nin Edirneli okurlarıyla etkileşiminden dönmek için yeniden İstanbul kapılarına dayanmak zorundasınız; bu kez geçen pazar akşamı TEM denen yoldan geçerek 2 saatte, 19 sularında yer yer tıkanıklıklar eşliğinde, Bahçeşehir’i geçtik, bizim için İstanbul ne demekse oraya girmeye çalışıyoruz.
2 saatte 220 kilometre gelmişiz, bu kez 2 saatte 30-40 kadar kilometre ile Anadoluhisar’ına girdik ve Kadıköy’e girmek için orada bir bekleme molası verdik. Yaşasın deniz kenarında akşam domates çorbası ve güzel bir sunumla gelen gözleme... Sakin ve güzel bir mekânda oturmayı hak etmişiz...
Bilinmeyen gezegende yolculuk
Bu 30 km’yi nasıl geldiğimizi hiç sormayın. İkinci köprü yolundan Anadoluhisarı’na gitmek asla mümkün olmadığı için (pazar akşamı-gecesi, düşünün, bu insanl...