Dağlara ve şehirlere dair
Doksanlı yıllar diye çoktan tarihe geçen o alacakaranlık yıllarında, göz gözü görmüyordu. Geceler bir karabasan gibi iniyordu şehirlere. Evlerinden alınıp kaçırılan insanların cesetleri, bazen bir...
Doksanlı yıllar diye çoktan tarihe geçen o alacakaranlık yıllarında, göz gözü görmüyordu. Geceler bir karabasan gibi iniyordu şehirlere. Evlerinden alınıp kaçırılan insanların cesetleri, bazen bir iki gün içinde ya yol ve dere kenarlarında ya da köprü altlarında bulunuyor, bazen de cesetler ortaya çıkarılamadığı için kaybolan kişiler, kaybolmuş kişiler listesine kaydediliyordu. Şehirlere, silahlar, bombalar, roketatarlar sokmak, bombalı tuzaklar kurmak ne kelime, sivil siyasetçilerin ve sivil toplum örgütleri aktivistlerinin bile giremediği ilçeler, kasabalar vardı. Bir ara, Sur ve Cizre gibi hendeklerle delik deşik edilip ele geçirilmek istenen Dargeçit mesela, 2002 yılına kadar girilemeyen ilçelerdendi. Tıpkı, Lice, Şırnak ve Cizre gibi.. Halkın, dönüp PKK’nin sorumlu olduğu hak ve yaşam ihlallerine bakacak ne takati ne mecali kalmıştı. Öcalan’a “saha hakimiyeti bizde, kurtarılmış bölgemiz giderek çoğalıyor” diye raporlar yazılıyor ama bu raporlar durumu hiçbir şekilde doğru yansıtmıyordu. Sahanın hakimi gerçekte devletten başkası değildi. Devletin içindeki bazı gruplar, PKK’yle mücadele adı altında hukukun, temel hak ve özgürlüklerin feda edilebileceğine kendilerini inandırmış ve izlenen bu politikalar, kısa sürede binlerce faili meçhul cinayetin peş peşe işlenmesine ve üç bin köyün boşaltılmasına yol açmıştı. Dağlardan çatışma haberleri geliyor ve her gün şehirlerin morglarına gencecik insanların delik deşik olmuş bedenleri taşınıyordu.