HDP ve PKK arasındaki farkların silindiği bir süreç
Silahlı mücadele dönemlerinden sivil-demokratik mücadele dönemlerine geçişin sonunda yaşananlar genellikle sivil siyasetin lehine ama silahlı mücadeleyi sürdürmek isteyenlerin aleyhine olur. Güney Afrika, İrlanda ve Bask...
Silahlı mücadele dönemlerinden sivil-demokratik mücadele dönemlerine geçişin sonunda yaşananlar genellikle sivil siyasetin lehine ama silahlı mücadeleyi sürdürmek isteyenlerin aleyhine olur.
Güney Afrika, İrlanda ve Bask örneğinde olan buydu. Bir şekilde başlayan barış süreçlerinde, silahlı kanatla, sivil kanat arasında, bilhassa geçiş süreci dediğimiz süreçlerde, ciddi anlaşmazlıklar, tartışmalar ve kavgalar oldu. Ama kazanan, her zaman sivil ve barışçıl siyaset yanlıları oldu.
Türkiye’nin güçlü bir demokratik ve siyasi zemin var. Ve bu zemin, HDP’ye şunu söylüyor: ‘Kendi misyonunu, PKK’nın maceralarına heba etme. İnisiyatif al, silahlı mücadele stratejilerine karşı çık ve desteklemediğini açıkça beyan et.’
Ama bu söylenenlere karşı HDP’nin, sivil kanatla silahlı kanat arasında yaşanmakta olduğunu bariz bir şekilde gördüğümüz ve kimsenin inkar edip görmezlikten gelemeyeceği siyasi ilişkiler, bugün HDP’nin aleyhine ama PKK’nın lehine işliyor.
HDP kendi asli misyon ve programından uzaklaşmakla kalmadı, Oslo’dan sonra, başlayan ve kısa süre içinde başarısızlığa uğrayan, devrimci halk savaşı stratejisinin, hendeklerle maruf ikinci versiyonuna -’devrimci halk savaşı stratejisine’- kurumsal bir destek veriyor. HDP’nin PKK’ya verdiği destek kurumsal, yani, teorik ve pratik olarak formüle edilmiş, kararı sivil siyasetin ilgili kurum ve organlarında alınmış bir destektir bu.
Bu durum, HDP’nin hem kurumsal kimliği, hem içinde barındırdığı politikacıların zaman zaman kamuoyuna deklere ettikleri fikirler, talepler bakımından büyük bir meşruiyet ve hukuk sorunu yaratıyor.
Yeniden meşruiyet alanına HDP nasıl döner, dönebilir mi, bilmiyorum ama bu durumun, devam etmesi halinde kamuoyunda hem HDP için hem HDP’li siyasetçiler ve milletvekilleri için bir yargı süreci başlaması konusundaki talepleri giderek güçlendireceği de bir gerçek.
Öyle sanıyorum ki, partilerin kapatılmasına karşı olduğunu her fırsatta söyleyen Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dokunulmazlıkları gündeme getirmesinin ardındaki en büyük sebep, hukuki ve meşru zeminin HDP’liler tarafından oldukça zorlanmış olması ve bu zorlamaya karşı, anayasal bir tavrın, devlet tarafından neden hayata geçirilemediğini sorgulamaya başlamış bir kamuoyu gerçeğidir.
Peki sivil kanatla, silahlı kanat arasındaki ilişkiler her zaman böyle miydi?
Şüphesiz değil. 90’lı yıllarda kapatılan Kürt partilerinin hukuki manada en büyük sorunu, safları içinde bulunan bir takım siyasi aktörlerin kamuoyuna deklere ettiği görüşler ve bir takım faaliyetlerdi.
Hatip Dicle’nin askeri öğrenciler için yaptığı açıklama Leyla Zana’nın, PKK adına olduğu iddia edilen ünlü Bucaklarla buluşma toplantısı, Orhan Doğan’ın evinde bir PKK’lıyı himaye altına aldığı iddiaları, DEP’in kapatılmasına yol açmış, yani bireysel olarak işlenmiş suçlar, siyasi partilerin kapatılmasına gerekçe oluşturmuştur.
Şimdi ise durum tam tersine, bu siyasetle alakalı kurumlar öylesine kararlar alıyor ve hendek savaşlarını öyle cansiperane destekliyor ki herhangi bir yargılama için kişilerin ait olduğu siyasi kurumların aldığı kararlar ve yürüttüğü faaliyetler, bir yargı sürecini başlatabilecek kadar güçlenmiş ve gizlenemeyecek hale gelmiştir.
Yani söz konusu kapatılan partilerin hiçbiri ‘1984’te başlayan ve o tarihten bu yana süren halk isyanını/direnişi destekliyoruz, bu bir halk direnişidir’ gibi bir karar ne almış ne de altına imza atmış idi.