D Vitamini: mecburiyet mi cılgınlık mı
D vitamini sağlığımızın olmazsa olmazlarından biri. Pek çok marifeti var. Marifetlerine de her yıl bir yenisi ekleniyor. Modern tıp gecikmeli de olsa D vitamininin önemini fark etti. Sadece bir vitamin olmanın çok ötesinde...
D vitamini sağlığımızın olmazsa olmazlarından biri. Pek çok marifeti var. Marifetlerine de her yıl bir yenisi ekleniyor.
Modern tıp gecikmeli de olsa D vitamininin önemini fark etti. Sadece bir vitamin olmanın çok ötesinde “bir bağışıklık düzenleyici, bir ruhsal destek, bir kilo dengeleyici, bir damar koruyucu, bir kanser önleyici, hormonal özellikleri de olan mucize bir doğal ilaç” olduğunun farkına nihayet vardı.
Böyle olduğu için de bütün dünyada ve bizde son 10 yıldır bir “D vitamini fırtınası” esiyor. Eskiden “tukaka” edilen bu “ucuz”, hatta “bedava” vitamin son yıllarda dünyanın sayılı araştırma merkezlerinin temel araştırma konularından biri haline geliyor.
Bu mükemmel gelişme de neticede bazılarının canını sıkıyor. Anladığım kadarıyla bunlar sıkıntılarını basın yoluyla dile getirmeyi tercih edip Amerika’nın ünlü gazetelerinden birinde (New York Times) D vitamininin önemini tavsatabilecek bir yazı yayınlatmışlar. Bizden de meraklı birileri o haberin üzerine atlayıp D vitaminini küçümsemeye kalkmış.
Ne mi diyorlar? İsterseniz başkalarının ne dediklerinden önce, başlıktaki soruyu yanıtlayalım: D vitaminine mecburuz. Onsuz sağlıklı kalamayız.
Yeterince D vitamini üretebilmek için de cildimizi güneşle daha sık ve bol buluşturmak zorundayız. Nokta!
Neden bir D vitamini patlaması var?
Diyorlar ki; “D vitamini satışları patladı”!
Evet, D vitamini kullanımında korkunç bir artış var ama bunun nedeni sadece koruyucu sağlığı önemseyen doktorların uyarıları değil.
Asıl neden bizim de modern yaşamın elimizden aldığı D vitaminine yeniden ulaşmak istememiz.
Tıpkı probiyotikler, omega-3 yağ asitleri gibi D vitamini fakiri haline geldiğimiz kesin. Yaşadığınız ülkenin zengin ya da fakir, büyük ya da küçük, sizin eğitimli ya da eğitimsiz, varlıklı ya da varlıksız olmanız bir şey ifade etmiyor. Dünyanın hemen her ülkesinde yetişkinlerin neredeyse yarısından fazlası D vitamini eksikliği yaşıyor.
Yani global bir D vitamini noksanlığı sorunu var!
Zaten böyle olduğu için de olayın farkına varanlar D vitamini seviyelerini ölçtürüp eksiklerini güneşten daha sık ve bol istifade ederek, eğer bu mümkün olmazsa da güvenli D vitamini desteklerinden akıllıca faydalanarak gidermeye çalışıyor.
Biz güneşten uzak kaldıkça hayatımızı kapalı kapılar, güneşsiz ortamların arasına sıkıştırdıkça bu patlama devam edecek, haberiniz olsun...
Selülit oluşumunda beslenme de etkili mi?
Beslenmenin selülit oluşumu ve/veya tedavisinde nasıl bir rolü olduğunu net olarak bilmiyoruz. Bununla birlikte fazla miktarda şeker, un, nişasta tüketen, fastfood beslenen ve şekerli, gazlı, içeceklere yüklenenlerin selülite daha eğilimli oldukları kesin. Bu durumun sebebi olarak da “insülin direnci sorunu” gösteriliyor.
Ayrıca fazla miktarda “tuz” tüketimi meselesinin de mühim bir selülit davetçisi (!) olduğu biliniyor. Diyetteki “trans yağ” miktarındaki fazlalığının da selülit oluşumunu kolaylaştırabileceğini gösteren kanıtlar var. “Fazla kilolu” kişilerde de selülite eğilim olduğu kesin. Genelde “kilo kaybı” özellikle “aktivite” yani “egzersiz” ile olduğunda faydalı sonuçlar veriyor. Kilo sorununu çözmenin selüliti iyi yönde etkileyebileceği gibi kötü yönde etkileyebileceğini de gösteren kanıtlar var. Bu duruma da fotokopi diyetlerden sonra rastlanıyor.
Akneniz varsa çinko takviyesi deneyin
Ergenlik döneminde yüzde çıkan sivilceler bazen can sıkıcı hale gelebilir. Bu gibi durumlarda da içten ve dıştan etkili bazı destek tedavilerine ihtiyaç duyulur. Akne oluşumunu içten engelleyen doğal desteklerin en başında ise çinko hapları var.
Çok sayıda araştırma, günde 30-40 mg kadar çinko desteği kullanmanın akne sorununda koruyucu ve tedavi edici faydalar sağlayabileceğini gösteriyor. En çok tavsiye edileni çinko oksit. Diğer çinko formları da kullanılabiliyor. Kanda çinko seviyesi düşük olan akne problemliler çinko desteğinden faydalanmayı düşünebilirler. Daha basit bir “ev yapımı” desteği yandaki kutuda bulacaksınız.
Kas kütlesi 60 yaşından sonra artabilir mi?
60’lı ve 70’li yaşlarda bile kas kütlesi kaybını tersine çevirmek mümkündür. Bir egzersiz danışmanı kontrolünde yapılacak ağırlık kaldırma ve direnç egzersizleriyle bir kimsenin 40’lı yaşlardaki ortalama kas kütlesine geri dönmesi sağlanabilir.
Ama kas kütlesinin artış süreci, gençlerde ve yaşlılarda aynı değildir. İskelet kasları değişik tipte liflerden oluşur. Orta yaşlara geldiğimizde eğer yeterince egzersiz yapmıyorsak bu liflerin bir kısmı ölür.
Durağan bir yaşam süren yetişkin kimseler kas liflerinin yüzde 30-40 kadarını yitirebilirler. Geriye kalan lifler canlılığını sürdürmesine karşın yaşlanma süreciyle büzülür yani atrofik bir durum alırlar.
Sonuç olarak egzersiz yapılmadığında, yaşlanan kaslardaki lifler ya ölür ya da büzülür. Atrofiye uğramış kas liflerinin boyutunu egzersizle tekrar büyütebiliriz ama birçok fizyolojik sebepten ötürü kas liflerinin sayısında artış olmaz.
Ancak pratikte bunun fazla önemi yoktur, zira yaşlı kaslar da çalıştıklarından irileşir ve güçlenebilirler. Orta yaşlarda kas kütlesini artırmanın püf noktası, düzenli ve derece derece artırılan ağırlık kaldırma egzersizleri yapılmasıdır. Bu egzersizlere bir spor salonunda başladıktan sonra evinizde devam edebilirsiniz.
Kaslarda lifleri büyüten ve güçlendiren biyokimyasal süreçler başladıktan sonra onları biraz yorana kadar zorlamanızda fayda vardır. Haftada üç defa olmak üzere, orta yaşlı kişilerde 8-12 kez tekrarlandığında kol ve bacaklarda dinlenme ihtiyacı duyulacak şekilde ayarlanan bir ağırlıkla, her bölge için iki-üç set çalışma yapılması önerilebilir.
Egzersize yeni başlayanlarda, bir danışmanın gözetiminde yapılacak çalışmalara devam ederek kasları güçlendirmek, sadece dış görünüşten öte metabolizmaya da büyük yararlar sağlayacaktır.
◊ Dr. Murat KEKLİKOĞLU