İşin sırrı Gamze Özçelik
Prenses Diana eğer kampanyaya destek vermeseydi, dünyada kara mayınlarının yarattığı tehlikeden haberdar olmayacaktı milyonlarca insan...Anjelina Jolie olmasa, dünyada bir sürü insan, mülteci sorununun ve mültecilerin...
Prenses Diana eğer kampanyaya destek vermeseydi, dünyada kara mayınlarının yarattığı tehlikeden haberdar olmayacaktı milyonlarca insan...
Anjelina Jolie olmasa, dünyada bir sürü insan, mülteci sorununun ve mültecilerin yaşadıkları sorunların fakına varmayacaktı.
Susuzluğun ne demek olduğunu, Sudan’da, iç savaşın yaralarını sarmaya çalışan Darfur’da görmüş biriyim.
Görmek yetersiz bir kelime aslında, su olmadığı için ciğerlerinize dolan hava bile sidik kokuyordu.
Bu hafta Kamerun’da tam 11 su kuyusu açtı Umuda Koşanlar Derneği.
Akan ve içilebilir bir suyla tanışan çocuğun yüzündeki ifade çok şey anlatıyor ama Gamze Özçelik olmasa bu fotoğrafı görmeyecektik çoğumuz.
İyiliğin ancak bir ünlü katıldığında haber değeri taşıdığı bir dünyada yaşıyoruz uzun zamandır.
Yapılanların ne kadar çok haberi çıkarsa, bağış yapanları sayısı da o kadar artıyor ve iyilikler ancak bu sayede devam edebiliyor. Acı da olsa gerçek bu maalesef...
“KÖTÜ BREZİLYALI...”
Hayat ne komik... Brezilya’da göreve gelen aşırı sağ hükümetin tarım bakanı, ünlü model Gisele Bündchen için “Kötü Brezilyalı” tabirini kullanmış.
Aşırı sağcı bakan, aşırı sağcı bir radyoda kullanmış bu cümleyi.
Birleşmiş Milletler iyi niyet elçisi olarak çalışıyor ya, tarım bakanı, ünlü mankenin çevre konusundaki duyarlılığından rahatsızmış.
Normalde adını kimsenin önemsemediği biri olmasına rağmen Bündchen sayesinde tüm dünyada haber oldu bu bakan...
Sevmediği biri sayesinde adını duyuruyor olması aslında çok acı ama fark edebileceğini sanmıyorum doğrusu.
Kuşak çatışması manifestosu
Sosyal medya gruplarında paylaşılan yazıları köşeye almam genellikle.
Ancak yeni nesil bir çocuğun babasına sorduğu, “İnternet vs. olmadan nasıl yaşıyordunuz?” sorusuna verilen cevaplar çok hoşuma gitti.
Kim yazdı bilmiyorum ama bazı maddeleri 40 yaş üzeri herkesin hoşuna gider diye düşünüyorum:
Okuldan sonra akşama kadar sokakta oynardık. Hiç televizyon izlemezdik.
İnternet arkadaşlarıyla değil, gerçek arkadaşlarla oynardık..
Susadığımız zaman, şişelenmiş değil, musluk suyu içerdik.
Aynı bardağı dört arkadaşla paylaştığımız halde hastalanmazdık.
Her gün çok pilav yediğimiz halde hiçbir zaman kilo almadık.
Çıplak ayakla dolaşırdık ama ayaklarımıza bir şey olmazdı.
Annemiz ve babamız bizi sağlıklı tutmak için hiçbir zaman ek gıda takviyeleri, vitaminler vermezlerdi.
Ailemiz zengin değildi. Bize mal mülk değil, sevgi verdiler.
Cep telefonlarımız, DVD’lerimiz, oyun istasyonumuz, video oyunlarımız, kişisel bilgisayarlarımız, internet sohbetimiz olmadı ama bizim gerçek arkadaşlarımız vardı.
Arkadaşımızın evini davet olmadan istediğimizde ziyaret eder ve onlarla birlikte eğlenerek yemek yerdik.
Senin dünyandan çok farklı, bütün akrabalarla iç içe yaşar, aramızda sıkı bağlar olurdu.
Çektiğimiz fotoğraflar siyah beyazdı ama renkli anılarla doluydu.
Ebeveynlerinin söylediğini dinleyen son, çocuklarını dinleyen ilk nesiliz.
LÜKSEMBURG VE HALİDE EDİP ADIVAR
Alponse Mucha, 1939’da ölmüş Çek asıllı bir ressam. Art Nouveau akımının öncülerinden ve en önemli isimlerinden biri olarak bilinir. Çok sevgili, akademisyon dostum Barış Erdoğan, Lüksemburg’taki bir sergide, ünlü yazarımız Halide Edip Adıvar’ın, Alponse Mucha tarafından 1928 yılında yapılan, pastel portresini görmüş ve şaşırmış.
Muhakkak daha önce başkaları bunu araştırmış, bu portreye dair bilgi paylaşmıştır diye düşündüm.
Doğrusu tek bir bilgi bulamadım.
Belki bir bilen çıkar da iki satır bilgi paylaşır bizimle...
Bir ben miyim acaba?
Hülya Avşar’a, Sadettin Saran’ın son ilişkisine dair ne düşündüğünün sorulmasını ve Acun Ilıcalı’nın yaşadığı söylenen yeni ilişkiye dair Şeyma Subaşı’na “Ne diyorsun?” diye mikrofon uzatılmasını, anlamsız bulan bir ben miyim acaba?
Ne bekliyor ki bu soruyu soran arkadaşlar, “Ah ben onu unutamadım” falan gibi bomba bir cümle mi?
Sorulmasa çok daha iyi olur denecek sorulardan birincisi bu bence...
Anjelina Jolie olmasa, dünyada bir sürü insan, mülteci sorununun ve mültecilerin yaşadıkları sorunların fakına varmayacaktı.
Susuzluğun ne demek olduğunu, Sudan’da, iç savaşın yaralarını sarmaya çalışan Darfur’da görmüş biriyim.
Görmek yetersiz bir kelime aslında, su olmadığı için ciğerlerinize dolan hava bile sidik kokuyordu.
Bu hafta Kamerun’da tam 11 su kuyusu açtı Umuda Koşanlar Derneği.
Akan ve içilebilir bir suyla tanışan çocuğun yüzündeki ifade çok şey anlatıyor ama Gamze Özçelik olmasa bu fotoğrafı görmeyecektik çoğumuz.
İyiliğin ancak bir ünlü katıldığında haber değeri taşıdığı bir dünyada yaşıyoruz uzun zamandır.
Yapılanların ne kadar çok haberi çıkarsa, bağış yapanları sayısı da o kadar artıyor ve iyilikler ancak bu sayede devam edebiliyor. Acı da olsa gerçek bu maalesef...
“KÖTÜ BREZİLYALI...”
Hayat ne komik... Brezilya’da göreve gelen aşırı sağ hükümetin tarım bakanı, ünlü model Gisele Bündchen için “Kötü Brezilyalı” tabirini kullanmış.
Aşırı sağcı bakan, aşırı sağcı bir radyoda kullanmış bu cümleyi.
Birleşmiş Milletler iyi niyet elçisi olarak çalışıyor ya, tarım bakanı, ünlü mankenin çevre konusundaki duyarlılığından rahatsızmış.
Normalde adını kimsenin önemsemediği biri olmasına rağmen Bündchen sayesinde tüm dünyada haber oldu bu bakan...
Sevmediği biri sayesinde adını duyuruyor olması aslında çok acı ama fark edebileceğini sanmıyorum doğrusu.
Kuşak çatışması manifestosu
Sosyal medya gruplarında paylaşılan yazıları köşeye almam genellikle.
Ancak yeni nesil bir çocuğun babasına sorduğu, “İnternet vs. olmadan nasıl yaşıyordunuz?” sorusuna verilen cevaplar çok hoşuma gitti.
Kim yazdı bilmiyorum ama bazı maddeleri 40 yaş üzeri herkesin hoşuna gider diye düşünüyorum:
Okuldan sonra akşama kadar sokakta oynardık. Hiç televizyon izlemezdik.
İnternet arkadaşlarıyla değil, gerçek arkadaşlarla oynardık..
Susadığımız zaman, şişelenmiş değil, musluk suyu içerdik.
Aynı bardağı dört arkadaşla paylaştığımız halde hastalanmazdık.
Her gün çok pilav yediğimiz halde hiçbir zaman kilo almadık.
Çıplak ayakla dolaşırdık ama ayaklarımıza bir şey olmazdı.
Annemiz ve babamız bizi sağlıklı tutmak için hiçbir zaman ek gıda takviyeleri, vitaminler vermezlerdi.
Ailemiz zengin değildi. Bize mal mülk değil, sevgi verdiler.
Cep telefonlarımız, DVD’lerimiz, oyun istasyonumuz, video oyunlarımız, kişisel bilgisayarlarımız, internet sohbetimiz olmadı ama bizim gerçek arkadaşlarımız vardı.
Arkadaşımızın evini davet olmadan istediğimizde ziyaret eder ve onlarla birlikte eğlenerek yemek yerdik.
Senin dünyandan çok farklı, bütün akrabalarla iç içe yaşar, aramızda sıkı bağlar olurdu.
Çektiğimiz fotoğraflar siyah beyazdı ama renkli anılarla doluydu.
Ebeveynlerinin söylediğini dinleyen son, çocuklarını dinleyen ilk nesiliz.
LÜKSEMBURG VE HALİDE EDİP ADIVAR
Alponse Mucha, 1939’da ölmüş Çek asıllı bir ressam. Art Nouveau akımının öncülerinden ve en önemli isimlerinden biri olarak bilinir. Çok sevgili, akademisyon dostum Barış Erdoğan, Lüksemburg’taki bir sergide, ünlü yazarımız Halide Edip Adıvar’ın, Alponse Mucha tarafından 1928 yılında yapılan, pastel portresini görmüş ve şaşırmış.
Muhakkak daha önce başkaları bunu araştırmış, bu portreye dair bilgi paylaşmıştır diye düşündüm.
Doğrusu tek bir bilgi bulamadım.
Belki bir bilen çıkar da iki satır bilgi paylaşır bizimle...
Bir ben miyim acaba?
Hülya Avşar’a, Sadettin Saran’ın son ilişkisine dair ne düşündüğünün sorulmasını ve Acun Ilıcalı’nın yaşadığı söylenen yeni ilişkiye dair Şeyma Subaşı’na “Ne diyorsun?” diye mikrofon uzatılmasını, anlamsız bulan bir ben miyim acaba?
Ne bekliyor ki bu soruyu soran arkadaşlar, “Ah ben onu unutamadım” falan gibi bomba bir cümle mi?
Sorulmasa çok daha iyi olur denecek sorulardan birincisi bu bence...
Türkiye’nin en acı şiddet tablosu
22 Kasım 2024 | 198 Okunma
Ya islam ordusunun askerleriyiz deselerdi...
20 Kasım 2024 | 2.992 Okunma
Provokasyona en açık fay…
17 Kasım 2024 | 148 Okunma
Trump ve el yıkamayan bakanı
15 Kasım 2024 | 546 Okunma
Kambur
13 Kasım 2024 | 542 Okunma
TÜM YAZILARI