Amerikan budalalığı-2

Eskiden tüm dünyada aynı olan mekanlar, sosyologların diliyle “yer olmayan yerler”, havaalanları, otel zincirleri, otobanlar, stadyumlar ve alışveriş merkezleri gibi yerlerdi. Yani Tokya’da da, New York’ta da, Londra’da da...

Eskiden tüm dünyada aynı olan mekanlar, sosyologların diliyle “yer olmayan yerler”, havaalanları, otel zincirleri, otobanlar, stadyumlar ve alışveriş merkezleri gibi yerlerdi. Yani Tokya’da da, New York’ta da, Londra’da da, İstanbul’da da bir havaalanının içine girdiğinizde, -led panellerde akan yazılarda yerel dile eşlik eden dil hep İngilizcedir- hangi şehirde ya da ülkede olduğunuzu anında çözemeyebilirsiniz. Demek istediğim, bu mekanlar dünyanın her yerinde aynıdır; her zaman tercih ettiğiniz bir otel zincirinin Tokyo’daki odasında da, Paris’teki odasında da aynı şartları bulursunuz.

Yerin belirleyiciliğinin ve yerelliğinin kalmadığı yerlerdir buralar; anlıktır, işinizi görür ve çıkarsınız. Ama bu durum, hiçbir yere ait olmama hissi verir insana. İzlemiş olanlar, Terminal filmindeki yersizlik-yurtsuzluk fikrinin işlenmesine bakarak bile ne dediğimi anlayabilir. Ama görünen o ki bu “yer olmayan yerler” yukarıdaki örneklerle sınırlı kalmıyor, sokaktaki kafelerden, evinizin odalarına dek genişliyor. ABD’deki bir kahve zincirindeki manzaranın aynını İstanbul’da görebiliyor; perde modelinden, ışıklandırmaya, salondaki geniş koltuk seçiminden halılara dek evlerin bile iç görüntüsünün aynılaştığına şahit olabiliyorsunuz.

Bunu anlatıyorum; çünkü mekanı yok eden küreselleşme olgusu, yerel kültürü de silip süpürüyor. Önceki günkü yazımı “…yürürken elde bir şey yiyip içmenin hoş karşılanmadığı bir kültürden gelen ülkelerin sokakları; Starbuckslardan elinde kahveyle çıkan gençlerle doluysa, biz Amerikaya gitmesek bile Amerika bize gelmiş demektir.” diye bitirmiştim. Ve inanıyorum ki İlber Ortaylı söylediklerinde haklı olsa da; çocuklarımızı ABD’ye göndermekten sakınmamız gerekse de; Avrupalılar ABDlilere içten içe burun kıvırsa da; Green Card almakla övünmek küçümsenecek bir durum olsa da; kültürünü ihraç edebilen tek güç hala ABD. Bundan yıllar önce tanıştığım, 10 yıl ABD’de yaşadığı halde hiç McDonalds’a gitmemiş, hiç Starbucks’tan kahve içmemiş olmakla övünen kişiyle, Türkiye’yi çepeçevre sarmış bugünkü kültürü kıyaslayınca tuhaf hisler içine girmemek mümkün olmuyor doğrusu.

Üstelik bundan kaçış da yok. Üzülerek ya da sevinerek söylemiyorum; bir realite olarak teslim etmek gerektiğini düşünüyorum ki; sadece ekonomik ya da sadece siyasi olarak değil, dünya kültürel olarak da küreselleşti ve bu modern dünyanın, çevremizde her an gözlemleyebileceğimiz, bizzat içinde yaşadığımız bir durumu.

Nasıl olduğuna gelince; herşeyden önce mekanlar birbirine yakınlaştı, yani uzaklıkları aşmak için harcanan zaman kısaldı; fiziksel olarak ulaşım araçlarıyla sözgelimi uçakla, temsili olarak da bilginin kıtalar arasında hızla akmasını sağlayan elektronik devrimiyle. Yani New York bize artık günlerce süren gemi yolculuğu mesafesinde değil, uçakla 11 saat mesafede. Keza bilgi de binlerce kilometre katederek gidip almayı gerektirmiyor, bunun için bilgisayarın bir tuşuna basmak yeterli oluyor.

Dolayısıyla farklı olan kültüre erişim o kadar kolay ki; bu kültürler içinde baskın olan kendini dayatıyor. Ama mesele sadece erişim kolaylığı da değil; Japonya da başarılı bir teknoloji üreticisi olmasına rağmen baskın kültür Amerikan kültürü olduğu için, Japonların teknolojisi genç nesillerin Amerikan kültürüne erişimini ve bu kültürü içselleştirmeyi sadece kolaylaştırıyor ve hızlandırıyor.

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
“Keşke bir ömrü daha adasam bu yola” 04 Eylül 2019 | 281 Okunma “Başörtüsünü kitlelere yaymak için Rabbim’e dua ettim” 30 Ağustos 2019 | 2.597 Okunma Emine Bulut cinayetinin gösterdiği 28 Ağustos 2019 | 2.274 Okunma Yanan ormanlarımız 23 Ağustos 2019 | 169 Okunma Gençlerin göçü 16 Ağustos 2019 | 488 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar