Andımız
Milli Eğitim Bakanlığı yönetmeliğiyle kaldırılmasının üzerinden beş yıl geçtikten sonra Danıştay’ın iptal kararıyla yeniden hortlatılan “Andımız” tartışılmaya...
Milli Eğitim Bakanlığı yönetmeliğiyle kaldırılmasının üzerinden beş yıl geçtikten sonra Danıştay’ın iptal kararıyla yeniden hortlatılan “Andımız” tartışılmaya devam ediyor. Hortlatılan diyorum; zira üstünden 5 yıl değil de, 55 yıl geçmiş gibi; o kadar eski, o derece köhne bir konu. “Bunun tartışılacak nesi var ki” diye düşündüğünden, insanın içinden hakkında yazmak gelmiyor.
Ama tuhaftır ki, “Andımız” tartışması günlerdir de bitmek bilmiyor.
Aslında tuhaf değil; Andımız da tıpkı 10. Yıl Marşı gibi, tıpkı Taksim’deki AKM (Atatürk Kültür Merkezi) gibi Kemalizm ideolojisinin maddi simgelerinden birisi. Oysa, kullanılmaya başlandığı yıldan bu yana, halk arasında ne bayrağımız gibi bir konsensus duygusu sağlayabildi, ne de İstiklal Marşı gibi ortak payda olabildi. Çünkü son ikisi bir milletin topyekün verdiği kurtuluş mücadelesini, bağımsızlık savaşını, varoluş biçimini simgelerken, Andımız’ın halkta bir karşılığı olmadı. Çünkü Andımız’la asıl murad edilen, çerçevesini Kemalist sistemin çizdiği “ulus” tanımını pekiştirmek ve yerleştirmekti ki, o da “Ne Mutlu Türküm Diyene” cümlesinde kristalleşiyordu.
Kemalizm’in kurduğu ulus tanımına ve aslında tam olarak bu tanımı simgeleyen Andımız’a döneceğim. Ama ondan önce bilinmesi gereken şudur ki; dönemin Avrupa’sındaki Mussolini İtalyası ve Hitler Almanyasındaki faşizm dalgasına değinmeden Kemalizm anlaşılamaz. Savaş patlak vermeden hemen önce otoriter, radikal milliyetçi ideolojiler olarak Avrupa’da beliren faşist yönetimler; elbette yeni kurulmuş ve milliyetçilik ilkesini, milliyetçiliğin doğum yeri olan Avrupa’ya bakarak düzenlemeye çalışan genç Türkiye’yi etkileyecekti. Kemalizm’in üstenci üslubu, İstiklal Mahkemeleri, vesayet sistemi, ordunun darbe geleneği, Dersim Operasyonu, Andımız gibi uygulamalar ve metinler, sözünü ettiğim etkilenme sonucunda ortaya çıkan görüntülerdi.
Bu etkilenme, gayet normaldi. Bugün nasıl ki insan hakları ve demokrasi gibi konular; merkez devletlerden çevreye örneklik etme mahiyetinde genişliyorsa; imparatorlukların ardından ortaya çıkan milliyetçilik ideolojisine aşırı derecede sarılan Avrupa’nın henüz kurulan bebek Türkiye Cumhuriyeti’ni etkilememesi de düşünülemezdi. Mesele şu ki, 2. Dünya Savaşı, Avrupa’nın aklını başına getirdi. Faşizm ideolojisinin ve tek bir ırkın üstünlüğüne dayalı militer devlet biçimlerinin; ortaya birliktelik değil ancak ayrılık, mutluluk değil ancak mutsuzluk çıkaracağı anlaşılınca, Avrupa hatasından döndü.
Velhasıl savaş sonrası Avrupa faşizmi reddetti, ama faşizmin Kemalizm’deki nüveleri Türkiye’de hep sürdü. Dünyanın da, ilkelerin de, yönetim sistemlerinin de, ortak iyinin de çoktan değiştiğini; yıllar sonra bile anlayamamakla malul bir aydın türü ortaya çıktı. Bu noktada Kemalizm ilkelerinin faşizmle aynı olmadığını ileri sürenler olacaktır, onlara ilke olarak değil ama anlayış olarak faşizmden sözettiğimi söylemeliyim.