“Başörtüsünü kitlelere yaymak için Rabbim’e dua ettim”
Mehmet Şevket Eygi’nin ahirete irtihalinin üstünden bir aydan biraz uzun bir zaman geçmişti ki, Şule Yüksel Şenler’in vefat haberini aldık. İkisi de, aynı dönemde benzer mücadeleler vermiş sembol isimlerdi. Malum...
Mehmet Şevket Eygi’nin ahirete irtihalinin üstünden bir aydan biraz uzun bir zaman geçmişti ki, Şule Yüksel Şenler’in vefat haberini aldık. İkisi de, aynı dönemde benzer mücadeleler vermiş sembol isimlerdi. Malum, Cumhuriyet ideolojisi, kuruluşun ilk yıllarında modernleşme projesi nedeniyle; dine, dindara ait ne varsa slindir gibi üstünden geçmiş, ama 1950’ler sonrasında çok partili sisteme geçilmesiyle dindarlar üzerindeki baskılar, bir parça da olsa hafiflemeye başlamıştı. İşte o dönemde dindar kitlenin kente ve modern hayata adaptasyonunu sağlamak için yük alan, risk alan, sorumluluk alan öncüler ortaya çıkmaya başladı. İşte ikisi de gazetecilik ve yazarlık yapmış Mehmet Şevket Eygi ve Şule Yüksel Şenler bu isimlerden ikisiydi. Eygi, müslümanların modern, şehirli, estetik kaygısı ve rafine zevkleri bulunan erkeğini temsil eden bir entelektüel; Şenler ise, Müslüman kadının tesettür ilkelerine riayet ederek, değerlerini ve özünü koruyarak, şehre ve kamusal alana uyumunu formüle eden bir aksiyonerdi.
Şule Yüksel Şenler’i bundan 9 yıl önce mütevazı evinde ziyaret etme imkanı bulmuş, kendisiyle bir görüşme yapmıştım. O dönem yüksek lisans tezimin bir kısmı şehirli dindarları konu aldığı için, araştırma yapıyor, bu kesimden insanlarla derinlemesine görüşmeler gerçekleştiriyordum. Şule Yüksel Şenler’i de araştırma katılımcısı olarak değil ama hatıralarının çalışmamın tarihsel boyutunu zenginleştireceğini düşündüğüm için ziyaret etmiştim. 23 Ekim 2010 tarihinde yaptığımız o görüşmenin çok küçük bir bölümünden çalışmam için faydalandım. Görüşmeyi, başka bir yerde yayınlama imkanı da bulamadım. Ben de bugün, Şule Yüksel Şenler’i rahmet dilekleriyle ve o görüşmenin bir kısmını paylaşarak uğurlamak istedim (Görüşmenin bir kısmı bugün, bir kısmı da önümüzdeki Çarşamba günü bu sütunlarda yayınlacak):
-Şule Hanım öncelikle sizin kendi hikayenizi, başörtüsü hikayenizi dinlemek isterim.
Bunun için en başa dönmemiz icap eder ki, bu devre benim örtünmemle başlayan bir devredir. İlklerden olmak derler ya, bunun savaşını ilk önce tek başına vermek, daha sonra üç beş 10 derken, destek olarak bir çevre yani arkadaşlar edinmek. Daha sonra da bunu daha geniş kitlelere yaymak için Rabbim’e bir duam vardı. Bu tesettür meselesi hiç ele alınmayan bir mesele o günlerde. Her meselede konuşuluyor, konferanslar veriliyor, vaazlar veriliyor sohbetler yapılıyor fakat hiçbir yerde tesettürden bahsedilmiyor? Ben tesettür meselesini ilk olarak Bediüzzaman Hazretleri’nin ‘Risale-i Nur’larında Hanımlar Rehberi’ndeki tesettür bahsinden öğrendim. Ondan sonra daha fazla bilgi edinmek istedim, ama o devirde faydalanacağımız kitaplar maalesef yok. Yayınevleri üçü beşi geçmiyor ve bunlar da daha ziyade işte Kur’an tefsiri, Kur’an meali, hadisler vesaire bu gibi şeylerle meşguller. İlmihaller daha çok. Biz o zamanki İslami şuurlanma döneminde daha çok Mısır’dan getirilen biliyorsunuz Seyyid Kutub’un…
Mevdudi…
Mevdudi vesairenin bu alimlerin kitaplarından gerçeklere daha ziyade kavuştuk. Onlarda da çok geniş yer almıyor bu mevzu. Fakat hiç olmasa şuurlanışımızı temin etti bu eserler. Artık iman hakikatlerini görünce her şeye o gözlükle bakması icap ediyor insanın ve onunla baktığında da hayretler içinde kalıyorum neden, neden hiç ele alınmıyor? Neden tesettür mevzu halkımıza genç kızlarımıza bildirilmiyor? Neden genç kızlarımızın ve hanımlarımızın pek çoğu bundan bu derece çekiniyor ve bu derece aşağılık kompleksi içinde hissediyor kendisini? İmanlı insanlar çokça da istiyorlar ama toplumdan görecekleri tepkiyi düşünerek bunu yapamıyorlar.