Bir Deli Dumrul olarak ABD
Bizler Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın davet üzerine katıldığı, Güney Afrika’nın Johannesburg şehrindeki BRICS Zirvesi’ni izliyorken; Trump, Türkiye’yi “yaptırım”la tehdit ettiği o tweeti...
Bizler Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın davet üzerine katıldığı, Güney Afrika’nın Johannesburg şehrindeki BRICS Zirvesi’ni izliyorken; Trump, Türkiye’yi “yaptırım”la tehdit ettiği o tweeti attı. Bu durum ise, tıpkı Türkiye’deki gündemi olduğu gibi, gezide bulunanların da gündemini sarstı. Hatta denilebilir ki, iki gün boyunca sohbetlerin neredeyse tek konusu ABD’nin, rahip Brunson’u bahane ederek Türkiye’ye savurduğu tehditlerdi.
Geziye katılan çoğu kişi bu durumu Brunson’dan çok, ABD’nin Türkiye’ye BRICS’e katılmasından dolayı kızgınlık duymasıyla açıkladı ki, doğrusu buna katılmamak mümkün değil. Zira Brezilya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’nın oluşturduğu BRICS, biraz da küresel ekonomi piyasası ve ABD başta olmak üzere Batılı ülkelerin siyasi ve ekonomik birlikteliklerine ve aslında tekele karşı bir eleştiri, bir itiraz, bir alternatif oluşturma çabası anlamına geliyor. Bu yılki BRICS’te, hemen tüm katılımcı ülkeler tarafından olumlu yaklaşılan, “yerli parayla iş yapma” fikri de bu durumu doğrular mahiyette bir detay.
Meseleye Türkiye açısından bakıldığında ise, işler biraz çetrefil gözüküyor. Çünkü o analizler doğru, Türkiye’nin Batı’dan kopma gibi bir lüksü sahiden de yok. Hem siyasi, hem iktisadi, hem de toplumsal gelişmişlik ölçütleri bağlamında, gidilecek tüm yolları Batı’yla paralel yürümek zorundayız. Medeniyetin geldiği nokta da, bundan sonra izlenecek yol haritası da belli. Öte yandan hem BRICS hem de Şangay gibi oluşumlar yeni pazarlar, avantajlı işbirlikleri ve yeni coğrafyalarla yeni iletişim imkanları anlamına geliyor. Batı ittifakının, gelişmekte olan müttefiklerine sunmadığı şeyler bunlar.
Üstelik işin daha can sıkıcı boyutu var. 2013 yılından bu yana Türkiye müttefiki olduğunu düşündüğü ABD ve Almanya başta olmak üzere Batılı ülkelerden darbe üstüne darbe alıyor. Gezi olaylarının arkasında bulunan yabancı güçleri açık bir kanıt elde edememiş olsak bile hepimiz tanıyoruz. Zahirde FETÖcülerin düzenlediği 17-25 Aralık komplosunun da, onun ardından cüret ettikleri 15 Temmuz askeri darbe girişiminin de sütre gerisinde kimlerin, hangi güçlerinin olduğu; hem Türk devleti, hem de Türk kamuoyu tarafından hiçbir soruya, istifhama şüphe bırakmamacasına biliniyor aslında. En azından bu yönde güçlü bir ortak kanaat var. Onu bırakın, darbenin arkasında olduğu gün kadar ortada olan Fethullah Gülen’i Türkiye’ye sorgusuz sualsiz iade etmemek bile, hele de bir müttefik ülkenin göz göre göre yapacağı bir şey değil. Bunu yapıyorsa bir müttefik ülke, o olayın arkasında tam da o müttefik ülke olduğu düşünülür ki, gelinen nokta bu.
Bu senaryoya inanmak kimseyi komplocu da yapmaz üstelik, zira ABD’nin son 50 yıllık tarihi bu tür manipülatif operasyonlarla dolu. 1953’te Musaddık’ın devrildiği İran darbesi, 1954’te Devlet Başkanı Jacobo Arbenz’in devrildiği Guatemala darbesi, 1960 yılındaki filme de çekilmiş olan, Kongo’nun ilk Başbakanı ve efsanevi lideri olan Lumumba’nın devrilmesini sağlayan darbe, 1961’deki Dominik Cumhuriyeti darbesi ve Devlet Başkanı Trujillo’nun öldürülmesi, 1963 yılında Güney Vietnam’da yapılan darbe ve Devlet Başkanı Diem’in öldürülmesi, 1964’teki Brezilya Devlet Başkanı Goulart’a yönelik düzenlenen darbe ve 1973’teki ünlü Şili darbesi ABD ve CIA’ye hamledilen, hamledilmek bir yana açıkça bilinen “operasyonlar”dan sadece birkaçı.
Eh yakın tarih de ortada. Libya’da Kaddafi’nin, Irak’ta Saddam’ın öldürülmesine zemin hazırlayan ve bu ülkeleri yıllarca sürecek korkunç bir kaosun ortasına bırakan da ABD. Lübnan’daki Hariri suikastında parmağı olduğu düşünülen de ABD, Venezuela’yı ekonomik bir darbeyle iflasa sürüklediğine inanılan da ABD.