Deizm mi, sekülerizm mi?
En sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim: Eğer tartışılacaksa, muhafazakarların deizm ve ateizme yönelmesi değil, gittikçe daha çok sekülerleşiyor olmalarının tartışılması gerekiyor....
En sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim: Eğer tartışılacaksa, muhafazakarların deizm ve ateizme yönelmesi değil, gittikçe daha çok sekülerleşiyor olmalarının tartışılması gerekiyor. Muhafazakarlar arasında elbette deizme yani, dinleri reddederek yaratanı akıl yoluyla bulmaya meyilli olan ufak bir marjinal kitle yok değildir. Ama Türkiye’deki dindarların çoğunluğunun asıl sorunu bu değil, problem İslam’ın kurallarını inkar etmeden İslam’ın kuralları yokmuş gibi yaşamaya başlamak.
Deistler, bütün dinlere hemen aynı mesafede durur ve yaratıcının ancak akıl yoluyla kavranabileceğine inanır –ki bu durum da aklı yücelten modernizmin doğal bir uzantısı olarak ortaya çıkmıştır. Oysa Türkiye’deki sorun, İslam’a ve Hristiyanlık’a aynı mesafede durarak Tanrıyı kendi aklıyla arama sorunu değil; İslam’ın kendine muhafazakar, dindar diyenlerin hayatının hiçbir yerine dokunamaması. Bu insanlar Müslüman ama İslam’ın ilkeleri onların hayatını belirlemiyor, çevrelemiyor, şekillendirmiyor. Buna da sekülerizm deniyor ki; tıpkı deizm gibi, sekülerizm de modern hayatın bir sonucu.
Dolayısıyla sekülerizmi, deizmi, atezmi ve diğerlerini anlamak için öncelikle moderniteyi, endüstri devriminden Fransız devrimine; aydınlanmadan rönesansa; rasyonalizmden hümanizme; bilimsellikten bireyselliğe dek anlamak gerekiyor. Bu süreçlerden yüzyıllarca önce geçen Batılı toplumların yaşadığı tecrübelere de göz atmak gerekiyor.
Türkiye, dini ve gelenekleri her ne kadar Batı’dan farklı olsa da, yaşam biçimi itibariyle Batıcılığı resmi bir hedef olarak belirlemiş bir ülke. Zaten belirlememiş olsaydı bile, Batılı değerler nasıl ki küreselleşme yoluyla dünyanın en ücra köşesine dek yayılıyor ve en derinlere sirayet ediyorsa, Türkiye’nin –hoşumuza gitsin ya da gitmesin- de bu değerlerin belirleyiciliğinden herhangi bir şekilde kaçışı olmazdı.
Ülkemizde, Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren Batılı eğitim sistemi uygulanıyor. Bu uğurda sadece devletle dini kurumların ayrı olması ve farklı inançların yasa önündeki eşitliği ilkeleri yürürlüğe girmedi; Batılı yaşam tarzı da on yıllar boyunca –Cumhuriyet döneminde- topluma baskıyla, demir yumrukla belletilmeye çalışıldı. Oysa her türlü baskı ve engelleme çabası; dini olsun ya da olmasın cemaatleri konsolide eder, cemaat üyelerini birbirlerine ve inanıyor oldukları ilkelere daha da yaklaştırır, bağlı kılar. Bu yüzden baskı mekanizmasında sonuç amaçlananın tam tersi olur.
Türkiye’de de aynısı oldu, Cumhuriyet ideolojisinin belirleyici ve karar verici olduğu tüm o yıllar boyunca dini cemaatler, alttan alta çok canlı ve faal kaldı. Ne zamanki AK Parti iktidarı, eski ideolojinin tüm kutsallarını kıra kıra iktidara geldi ve zamanla onları yok etti; dindarlar için refleks gösterilecek baskı ortadan kalkmış oldu.