Emine Bulut cinayetinin gösterdiği
Kırıkkale’de 10 yaşındaki kızının gözü önünde eski kocası tarafından öldürülen Emine Bulut, Türkiye’yi derinden sarstı. Kızının “anne lutfen ölme” diye...
Kırıkkale’de 10 yaşındaki kızının gözü önünde eski kocası tarafından öldürülen Emine Bulut, Türkiye’yi derinden sarstı. Kızının “anne lutfen ölme” diye çığlık atarken, kanlar içindeki Emine Bulut’un telefonla olanları kaydeden kişiye dönerek “ölmek istemiyorum” diye bağırması, çoğumuzu günlerce dilsiz bıraktı. O kadar korkunç bir trajediydi ki karşımızdaki, söyleyecek bir söz bulmak, cümle kurmak –en azından bana- zor geldi.
Daha önce de bu ülkede çok vahşi yöntemlerle onlarca, yüzlerce kadın cinayeti işlendi, Emine Bulut ne ilkti, ne de son olacak. Peki, neydi o videoyu izleyenlerin bu derece sarsılmasının nedeni? Hepimizin sabrının artık yeter noktasına varmış olması mı; küçük bir kız çocuğunun annesinin ölümüne şahitlik ettiğini görmüş olmamız mı; eski kocanın gaddarlık derecesinin bizi uğrattığı şaşkınlık mı; yoksa olaydaki vahşete telefon kamerası yoluyla tanık olmanın travması mı; bir insanın ölümünden önceki son çığlıklarını duymuş olmanın sırtımıza yüklediği sorumluluk yükü mü; 10 yaşındaki o kız çocuğunun çocukluğunun da annesiyle birlikte ölmüş olduğunu bilmek mi?
Elbette kadın cinayetleri bitmeyecek, daha dün Konya’nın Ereğli ilçesinde Alaaddin Karasu isimli koca bir yıl önce evlendiği eşi Gülsüm Karasu’yu eşarpla boğarak öldürdü. Ondan birkaç gün önce Gaziantep’te Güldane Y. adlı bir kadın doğum yaptıktan hemen sonra 6 aydır ayrı yaşadığı eşi tarafından bıçaklandı, Allahtan yaşıyor. Güldane Y. ölmedi, ama saldırıya uğrayanların hepsi bu kadar şanslı olmuyor, Bianet’e göre geçtğimiz ay en az 22 kadın öldürüldü, 2018 yılında 255 kadın erkeklerin elinde can verdi. Tecavüzleri, cinsel istismarları, yaralamaları, çocuk cinayetlerini saymıyorum bile.
Fakat sanırım anne ve evladın aynı anda yükselen feryatlarına hepimizin kamera yoluyla tanık olması, Emine Bulut cinayetini diğerlerinden ayırdı ve şiddetin izleri yüzüne yansıyan bir başka eski eş mağduru Ayşe Paşalı gibi Emine Bulut da yürekleri yakarak kaldığı kadarıyla- ortak vicdanı salladı.
Kadın cinayetlerinde sayının giderek yükselmesi bir yana, tuhaf bir şekilde olaylardaki vahşet derecesi de artıyor. Gün geçmiyor ki, karısını baltayla kesen veya işkenceyle öldüren bir katilin haberi düşmesin medyaya. Kadınların ise artık canı burnuna gelmiş durumda. Peki ne yapılmalı sorusuna gelince, aslında yasalar hemen hemen yeterli, Türkiye’nin de 2011 yılında imza attığı İstanbul Sözleşmesi toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesine dayanıyor. Öte yandan, mahkemelerde kadın katillerine ceza indirimi yapılması gibi, geçtiğimiz aylarda tutuklanan metrobüs sapığının serbest bırakılması gibi akla mantığa, izana sığmayan kararlar alınıyor. Hakeza, işin şirazesi erkekler açısından da kaçmış durumda, sözgelimi birkaç ay evli kaldığı kadına ömür boyu nafaka ödemesine karar verilen erkekler isyan ediyor. Yani Türkiye’de yasa var, ama adalet yok.
Çünkü toplum çözülüyor. Sadece kadına değil, çocuğa, hayvana şiddette de hem sayısal bir yükselme var, hem de şiddet korkunç vahşi yöntemlerle uygulanıyor. Durkheim’ın anomi kavramını kullanabileceğimiz denli ciddi bir sosyal problemden sözetmek, abartı olur mu bilmiyorum fakat şurası kesi: Medya mensupları, yasa yapıcılar, hükümet, muhalefet ya da sivil toplum üyeleri Emine Bulut nezdinde öldürülen kadınlar için ne kadar üzüntü belirtirlerse belirtsin, durum değişmiyor. Ertesi gün yeni bir cinayet işleniyor, bir saldırgan daha uzaklaştırma kararı olduğu halde bir kadının canını alıyor.