İnat ve kucaklama manifestosu
Cumhurbaşkanı’nın 24 Haziran manifestosunu açıkladığı Pazar gününden, bu yazının siz değerli okurla buluştuğu çarşambaya üç gün, Türkiye siyaseti için çok uzun bir...
Cumhurbaşkanı’nın 24 Haziran manifestosunu açıkladığı Pazar gününden, bu yazının siz değerli okurla buluştuğu çarşambaya üç gün, Türkiye siyaseti için çok uzun bir zaman dilimi. Hatta AK Parti’nin manifestosunu yazacağım derken araya, ondan daha az önemli sözlerin söylenmediği Salı günkü grup toplantısı konuşmaları girdi. Yine de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Pazar günü yaptığı ve sadece seçim sürecindeki söylemi değil, seçim sonrası politikaların da ana çerçevesini oluşturacağı düşünülen konuşma ile ilgili birkaç kelam etmek şart.
Tek tek ifadelere, cümlelere değinmeyeceğim elbette, ancak Erdoğan’ın konuşmasının “kucaklayıcı” olduğuna herhalde kimsenin itirazı olmaz. Konuşmadaki kadınlar, gençler ve demokrasi konusundaki ayarında vurgu dışında, “Birimiz özgür olmadıkça, diğerlerimiz de özgür olamaz. Birimiz kendini huzurlu hissetmedikçe, diğerlerimiz de kendini huzurlu hissedemez. Birimiz geleceğini güvende görmedikçe, diğerleri de göremez” ifadeleri de, kucaklayıcı söylemi ortaya koyar mahiyetteydi. Konuşmasında adalet kavramına da değinen Erdoğan, “Tek bir vatandaşımızın dahi adalet dairesinin dışında kalmaması için her türlü çabayı göstereceğiz” dedi ki, bir balkon konuşması da ancak bu kadar kapsayıcı olabilirdi.
Bunun dışında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın daha önce yapmış olduğunu hiç hatırlamadığım “ahitleşme”si, ilginç geldi doğrusu. Cumhurbaşkanı’nın sözlerine “ahdim olsun ki” diye başlaması elbette kararlılık göstergesi olarak okunabilir ki çoğunlukla da öyle okundu zaten. Ancak “ahdim olsun ki” lafının altında, kanaatimce biraz da son 5 yıldır Türkiye üzerinde birtakım operasyonlar kuran küresel güçlere karşı bir meydan okuma vardı. Ahdim olsun lafı yani bana, bir inat, bir ayak direme gibi de gözüktü.
Erdoğan, “Kuruluş ve diriliş döneminin kaçınılmaz çalkantıları içerisinde huzurundan olan, kendisini ötelenmiş hisseden, hakkını alamadığını düşünen herkese, devletimizin şefkat, merhamet ve adaletli kolları sonuna kadar açıktır. Milletimizin huzuruna, birliğine, dirliğine düşmanlık etmeyenler, bizimle aynı rüyayı görmeseler, aynı ideali paylaşmasalar bile, aynı derecede değerlidir” lafıyla da, bir nedenle AK Parti’den kopmuş, çeşitli gerekçelerle kırgın ya da küskün hale gelmiş herkese nasıl kucak açıyor, zeytin dalı uzatıyorsa, ahitleşerek ve yeminleşerek de şimdiye dek üstüne gelinen her konuda inat edeceğini söylüyor gibiydi.
Salih Mirzabeyoğlu ve geciken adalet
28 Şubat davasından çıkan, adli kontrol şartıyla kimsenin hapse girmediği ama herkesin ceza aldığı kararlar tartışıladursun, 28 Şubat mağduriyetleri halihazırda artçılarıyla birlikte sürüyor. İşte onlardan birisi, 28 Şubat gazetelerinde işkence görmüş yüzüyle hatırladığımız Salih Mirzabeyoğlu’nun beyin ölümü gerçekleşmiş durumda. Mirzabeyoğlu, İBDA/C davasından hüküm giyerek yıllarca hapis yatmış, tecrit ve işkence görmüş, daha sonra yargılandığı dava sonrası ise 2016 yılında beraat etmişti. Mirzabeyoğlu, serbest kalışının üstünden 2 yıl geçmeden beyin kanaması geçirdi, makinaya bağlı durumda. Gördüğü işkencelerden dolayı bedeninde ya da zihninde kalıcı hasarlar oluştuğu söylenen, hayatı boyunca, bir kere bile rahata ermediği ortada olan, beyin ölümü gerçekleşmiş Salih Mirzabeyoğlu’na bakalım ve dönüp kendimize soralım: