Karşılaşma
Ekrem İmamoğlu ve Binali Yıldırım’ın seçim karşılaşmasının yayınlandığı program, hem gazeteciler arasında, hem de pek çok siyasetçi nezdinde normalleşme, kutuplaşmanın...
Ekrem İmamoğlu ve Binali Yıldırım’ın seçim karşılaşmasının yayınlandığı program, hem gazeteciler arasında, hem de pek çok siyasetçi nezdinde normalleşme, kutuplaşmanın kırılması olarak yorumlandı. Doğrudur, siyasetçilerin ekranlarda eşit ve medeni bir çerçevede kozlarını paylaşması, demokratik olgunluğun göstergesi olarak değerlendirilebilir, ama adayların ekranda karşılaşmak istememesini de, kutuplaşma nedeni olarak görmüyorum doğrusu. Zira siyasetçi, şartları, durumu, ortamı ve bundan kendi lehine siyasi bir fayda hasıl olup olmayacağını hesaplayarak rakibiyle canlı yayında karşılaşmayı isteyebilir ya da istemeyebilir; bu seçeneklerden birini tercih etti diye de kimseyi “kutuplaştırmış” filan olmaz.
Nitekim, İsmail Küçükkaya’nın modere ettiği canlı yayında da şartlar Binali Yıldırım lehine değildi, buna rağmen Yıldırım o canlı yayından alnının akıyla çıkabildi. Şartlardan kastım şu,–programın başında- Binali Yıldırım sorgulanmaya, Ekrem İmamoğlu da kendini anlatmaya çağrılmış gibiydi. Bir kere Yıldırım’ı “İBB Başkan Adayı”, İmamoğlu’nu ise “İBB Başkanı” diye takdim ederek başlamayı dil sürçmesiyle açıklayabilir miyiz, bilemiyorum.
Sadece o da değil, ilk reklama gitmeden “23 Haziran seçimine de itiraz edecek misiniz?” gibi aslında “AK Parti’nin seçime itiraz etmesini eleştiren” ironik bir soruyla Binali Yıldırım’a yüklenen ve adayı sıkıştırmayı amaçlayan birkaç soru daha soran moderatör, İmamoğlu’na benzer saldırganlıkta tek bir bir soru yöneltmedi. Allahtan sosyal medyada eleştiriler yükseldi de, moderatör programın ilerleyen dakikalarında daha tarafsız, daha adil bir görüntü vermeye gayret etti. Ki durumu toparlama çabası elbette olumlu bir adımdı. Ekran başındakilere, hatasını anladığını düşündürttü.
Zaten programın ertesi günü, moderatör Küçükkaya’nın CHP adayı ile biraraya geldiği ortaya çıktı, Binali Yıldırım da bunu “gayri ahlaki bir durum” olarak değerlendirdi. Ki CHPli olduğu bilinen bir gazetecinin bu gizli görüşmeyi yapmamış olsa bile programın başında gösterdiği performanstan taraflı olduğuna hükmedebilirdik.
Küçükkaya’nın şahsıyla ilgili konuşmuyorum, meslekteki genel bir sorundan sözetmek istiyorum; bana kalırsa bir siyasi partiyi desteklemek sorun değildir aslında. Problem, bu desteği meslek ilkelerini çiğneyecek ölçüde fanatikçe sürdürürken, bir başka partiyi destekleyen gazetecilere “yandaş” filan gibi sıfatlar takarak, mesleki itibara saldırmaktır ki; malumunuz ülkemizde bu yıllarca yapıldı. Yoksa herkesin bir dünya görüşü vardır.
Programın içeriğine gelince; Ekrem İmamoğlu başlarda agresif, yer yer sorgu memuru bir tutum içindeyken ilerleyen saatlerde “16 milyon İstanbulluyu kucaklayacağım” moduna geri döndü. Binali Yıldırım ise başlarda biraz daha ciddi ve mutsuz gözükürken ilerleyen dakikalarda esprili, bizden, gülümseyerek ettiği sıradanmış gibi görünen laflarla rakibini afallatan; yaptığı projeleri de, yapacaklarını da iyi bilen tavrına büründü. O’nu güçlü kılan sadece programda dersini çalışmış bir belediye başkan adayı görüntüsü vermesi değil, biraz da bu espriyle karışık sözleri oldu.