Kılıçdaroğlu’na Gandi elbisesi biçmek
Doğru, Kılıçdaoğlu ve diğer “adalet” yürüyüşçülerinin yolları üzerine tezek dökmenin savunulacak hiç bir tarafı yok. Öyle bir ucuzluk, basitlik ve yüzeysellik hali ki, insan bu durumu...
Doğru, Kılıçdaoğlu ve diğer “adalet” yürüyüşçülerinin yolları üzerine tezek dökmenin savunulacak hiç bir tarafı yok. Öyle bir ucuzluk, basitlik ve yüzeysellik hali ki, insan bu durumu nasıl eleştireceğini şaşırıyor. Karakterle, kişilikle, seviyeyle; insanın ortaya koyduğu eylem biçimini kendisine yakıştırabilme kriterleriyle ilgili biraz da. Doğrusu, kötülük çoğunlukla anlaşılabilir bir durumdur, düşman gördüğünü aşağılama güdüsü de kabul edilebilir. Sorun; düşmanlık ya da dostluk, ittifak veya rekabet, sevgi veya buğz; her ilişkide ve durumda bir hukuk olması gerektiğinden habersiz olmaktır.
Tezek dökme eylemi de böyle; bunu yapabilmek için sadece savaş hukukunu çiğnemeyi tercih etmen yetmez; ahlaki seviyenin, değer yargılarının da buna müsait olması gerekir. Çünkü o tezek, yoluna döktüklerine değil sana aittir. Çünkü sevginin üst sınırı yoktur, ama buğzun vardır/olmalıdır; yoluna tezek dökmek yani, yoluna gül dökmenin aynı derecedeki karşıtı değildir. Eh, bunu görebilmek de ahlak, kalite ve derinlik gerektirir.
Kılıçdaroğlu ve “adalet” yürüyüşçülerini yüzde yüz haksız buluyor olabilirsin. Bu yürüyüşün devlet sırlarını ortaya dökenleri, kendi ülkesi aleyhine casusluk yapanları, darbe yapıp 250 vatandaşımızı gözünü kırpmadan öldürenleri zımni biçimde desteklemek anlamına geldiğini düşünüyor olabilirsin. Kılıçdaroğlu’nun FETÖ ve PKK’ya alan açtığına, kaosa zemin hazırladığına da inanıyor olabilirsin. Bendeniz de bunlara neredeyse yüzde yüz inanıyor, bırakın Gandi olmayı, Kılıçdaroğlu’nun açıktan olmasa da asıl derdinin yeni bir Gezi’nin fitilini ateşlemek olduğunu tahmin ediyorum, ancak yine de “tezek” tepkisini de o oranda çirkin buluyorum. Bilmem anlatabiliyor muyum?
Tezeği gerektirmese de, Kılıçdaroğlu’na “pasif devrimci” ya da “Gandi” diyemeyeceğimiz aşikar ama. Bu yürüyüş “Tuz Yürüyüşü” değil, yürüyenler de meşru ve haklı bir davanın “sivil itaatsiz”leri değil. Çünkü Gandi kolonyal bir toplumda ortaya çıkmış anti-emperyalist bir milliyetçiydi. Gandi, somut olarak çeşitli eziyetler görmesine karşın, hem de başka bir ülkenin sömürgesi altında şiddet karşıtı kalabilmiş, ülkesinin bağımsızlığı için sivil itaatsizlik eylemleri ortaya koymuştu. Daha da önemlisi Gandi, köylülüğü bir üçüncü yol ekonomi ve dünya kurgusu etrafında seferber edebilmişti. Aslına bakılırsa Gandi’nin önerdiği şey, devlet karşıtı bir sosyalizmdi; ancak anti-kolonyal mücadelenin önderleri Gandi’nin ortaya çıkardığı ortak sinerjiyi soğurarak kapitalist bir devlet kurdular. Bu devletin, Hindistan’daki kolonyalizm sonrası uluslaşma sürecinin arızaları ise ortada.
Ama konumuz Gandi’nin Hindistan’daki anti-emperyalist mücadelesi ve kolonyalizm sonrasında O’nun mobilize olmuş mirası üzerinde yükseltilen uluslaşma süreci değil elbette. Konumuz Kılıçdaroğlu ve Kılıçdaroğlu’na bir “pasif devrimci”, “sivil itaatsiz” diyebilmek için ya Gandi’yi ya da Kılıçdaroğlu’nu hiç bilmiyor, tanımıyor olmak gerekir.
Kılıçdaroğlu bir devrimci değil; onyıllar boyunca statükonun, Kemalist ideolojinin, ceberut devletin, halkı tepeden inme bir biçimde Batılılaşmaya zorlayan bakış açısının temsilciliğini, sözcülüğünü yapmış bir partinin, CHP’nin genel başkanı. Günümüzde statükonun değişmiş olduğunu savlayanlar olabilir. Buna göre, devleti 15 yıldır AK Parti yönettiği ve şekillendirdiği için CHP’nin muhalefete düştüğünü, artık statükoyu temsil etmediğini öne sürenler olabilir. Bu doğru bir yaklaşım, ama CHP’nin 15 yıldır muhalefette olması; CHP’nin, çarşaflılara rozet takmak, dindar tabana karşı değilmiş gibi davranmak gibi göstermelik hareketler dışında, bundan 20 yıl önceki CHP’yle neredeyse birebir aynı CHP olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Allahaşkına Kılıçdaroğlu’nun partisinin ne o gün ne de bugün köylülerle/yoksullarla/madunlarla bir ilgisinin olduğunu kim iddia edebilir.