Kudüs için ses vermek
Aslında bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz hafta gerçekleştirdiği Yunanistan gezisinde dile getirdiği Lozan meselesini yazmak niyetindeydim, ama bu yazının yayınlandığı bugün, İslam...
Aslında bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz hafta gerçekleştirdiği Yunanistan gezisinde dile getirdiği Lozan meselesini yazmak niyetindeydim, ama bu yazının yayınlandığı bugün, İslam İşbirliği Teşkilatı Kudüs özel gündemiyle İstanbul’da toplanıyor olacak. Elimizle, dilimizle, kalbimizle güçlü bir ses vermek gerekiyor bugün. Zira ABD’nin İsrail büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararı, yani Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak resmî tanıma kararı, eğer uluslararası toplum tarafından ciddi bir baskı kurularak engellenemezse, sonu belirsiz bir yıkımlar silsilesinin başlangıç fişeği haline gelebilir.
Baksanıza daha şimdiden, Gazze’nin bombalanmaya başladığı, İsrail’in yine Filistinli çocukların üzerine ateş yağdırarak öldürdüğü haberleri gelmeye başladı bile. Kudüs’te 15 yaşındaki Cüneyd’in 20’ye yakın İsrailli asker tarafından, gözleri bağlanmış halde götürülüşünü gösteren o fotoğraf, yıllardır peyderpey izlediğimiz İsrail zulmünün son perdesi gibi gözükmüyor mu? Baksanıza, Trump’ın attığı adım, İsrail’i dönem dönem yaptığı gibi çocukları öldürme, insanları terörist olarak yaftalayarak yaka paça içeri atma konusunda nasıl da heveslendirmiş, cesaretlendirmiş.
Oysa Siyonist işgalin başladığı 20. Yüzyıl başlarına dek, Kudüs’te yerli Yahudiler, Hristiyanlar ve Müslümanlar barış içinde yaşıyordu. İşgal başlayıp bölgede huzursuzluklar, çatışmalar baş göstermeye başladıktan sonra ise 29 Kasım 1947’de Birleşmiş Milletler (BM) bir karar aldı. 181 No’lu bu karar, Filistin ve İsrail için bölgede bir dizi sınır oluşturmanın yanı sıra, Kudüs’ün de uluslararası bir rejime kavuşmasını öngörüyordu. Buna göre hiçbir ülke Kudüs’ün egemenliğini tek başına talep edemezdi. Bunun da iki amacı vardı, üç semavi dinin kutsal mekanlarının bulunduğu Kudüs’ün dini önemini korumak ve şehrin bu üç dine mensup herkes için erişilebilir olmasını sağlamak.
1948’de İngiltere mandasının bölgeden çekilmesi ve İsrail devletinin kurulmasının ardından çıkan savaş sırasında ise 750 bin Filistinli evlerini terk etmek zorunda bırakılarak mülteci durumuna düştü. Savaş sürerken İsrail, 1947’deki BM kararına rağmen, Kudüs’ün Batı yakası da dahil olmak üzere Filistinliler’e ayrılan bölgenin büyük bölümünü kontrol altına almıştı. Aynı yıl içinde çatışmalar daha da şiddetlendi, İsrail Filistinliler’e bırakılmış toprakları işgal etmeye devam etti. 1949’da yeniden ateşkes imzalandı ve Birleşmiş Milletler gözetiminde bir anlaşma imzalandı. BM’nin 194 sayılı bu kararına göre, 1- Evlerine dönmeyi ve komşularıyla huzur içinde yaşamayı arzulayan Filistinli mültecilerin bu arzularını gerçekleştirmelerine izin verilmesi, 2- Dönmek istemeyenlerin arazileri için tazminat ödenmesi ve 3- Askeri yönetimin kaldırılması, Kudüs’e uluslararası statü verilmesi ve Filistin’deki kutsal mekanların korunması, o mekanlara serbest erişimin sağlanması gerekiyordu. Uzlaştırma Komisyonu’na Fransa, Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri seçildi. Ancak bu karar da akim kaldı, çünkü taraflar arasında anlaşma sağlanamadı. BM Kurulu’nda 1948’den bu yana her yıl ama her yıl, Filistinli mültecilerin iadesi ve Kudüs’ün uluslararası bir yönetime kavuşturulması vurgulanıyor.
Her yıl vurgulanıyor; ama o gün bugündür durum hep daha kötüye gidiyor. Gelinen noktada, Kudüs üç dine mensup dindarların ortak ibadet mekanı olmaktan çıkmış durumda, fiili olarak İsrail tarafından kontrol ediliyor. Filistin Devleti’ne ait kimlik taşıyanların ise, ister Müslüman olsun, ister Hristiyan, isterse Yahudi, eğer Kudüs’te ikamet etmiyorsa, Kudüs’e girmesine de, Mescid-i Aksa’yı ziyaret etmesine de İsrail yönetimi tarafından izin verilmiyor. Bu kimseler İsrail vatandaşı olurlarsa, durum tamamen değişiyor elbette.
Başka bir ülkenin vatandaşı olan ve Kudüs’ü ziyaret etmek isteyen bir Müslüman’ın ise, İsrail’den vize almadan Kudüs’ü ziyaret etmesi de bu şartlarda mümkün olmuyor. Uçak yolculuğundan sonra Tel Aviv havalimanında pasaport kuyruklarında saatlerce bekletildikten sonra bir İsrailli memur tarafından güvenlik görünümlü 'paşa gönül' kriterleriyle sınırdışı edilen Müslümanların sayısı ise azımsanmayacak rakamlara ulaşmış durumda.