Mütevazı jönler dönemi ve Cüneyt Arkın
Cüneyt Arkın’ın yoğun bakımda olduğunu duyduğumda doğrusu yüreğim buruldu. O tuhaf buruklukla hem kısa sürede iyileşmesini ve ayağa kalkmasını umut ederken, hem de O’nun Türk sinemasındaki yerini...
Cüneyt Arkın’ın yoğun bakımda olduğunu duyduğumda doğrusu yüreğim buruldu. O tuhaf buruklukla hem kısa sürede iyileşmesini ve ayağa kalkmasını umut ederken, hem de O’nun Türk sinemasındaki yerini düşünürken buldum kendimi. Ondan biraz önce gelen Ayhan Işık ve Sadri Alışık tamam, aynı dönemden Ediz Hun ve Kartal Tibet muhakkak, biraz geriden gelen Kadir İnanır, Tarık Akan elbette; ama sanki Cüneyt Arkın çok yönlü ve geniş spektrumlu rol skalasıyla diğerlerinden ayrılırdı.
O sadece salon filmlerinin vazgeçilmez jönü değil, sadece mafyatik kabadayı rollerinin haşin ve durdurulamaz karakteri değil; sadece mesaj kaygılı sol filmlerin eşitlik talep eden dertli işçilerinden biri değil; sadece avantür filmlerin, uçan kaçan, zıplayan koşan, bol bol kefere döven gerçeküstü kahramanı değil; bunların tamamıydı. Hem hepsinden birazdı, hem de sanki hiçbir karakterin temsiliyetini yüzde yüz taşımadı, hiçbir rol ona yapışmadı.
Cüneyt Arkın, 40 yıla tam 400 film sığdırmış ve bunların hemen hiçbirinde dublör kullanmamış. Dolayısıyla 2 gün önce hepimizi korkutan yoğun bakım sürecinin temeldei sebebi de büyük ihtimalle bu, yani dublör kullanmadan oynadığı filmlerdeki tehlikeli sahneler nedeniyle zarar gören bedeni… Zaten kendisi de, “o kadar kendimi hırpalamama değmezmiş” demişti birkaç yıl önceki bir röportajında; herhalde kendinin, sağlığının kıymetini bilmemek eski zamanların ne iş yapıyor olursa olsun, Yeşilçam jönü bile olsa mütevazı kalabilen insanlarının ortak özelliği...
Evet, Cüneyt Arkın hakkında daha önce çeşitli mecralarda yazılanlara katılmamak mümkün değil; O’nun tarihi filmlerdeki kahraman rollerini milli kimliğimizi pekiştirmeye yardımcı unsurlardan biri saymamak için hiçbir sebep yok. Düşünsenize iyilerin dostu kötülerin düşmanı, adaletli, merhametli Osmanlı yiğidi Kara Murat’ı, Malkoçoğlu’nu, Köroğlu’nu, Battal Gazi’yi, İslam Bey’i, Kafkas Kartalı Hacı Murat’ı nasıl unutabiliriz?
Zıplayarak gelip, aralarına atlayıp çil yavrusu gibi dağıttığı Bizans askerlerinin domino taşı misali birbirlerinin üstüne devrilişini görmek, kabul edelim ki bazılarımızın şanlı tarihe, görkemli geçmişe daha da bir hayranlık duymasına neden oldu. Cüneyt Arkın yani, hem Türklüğün ve Osmanlılığın mitsel ve efsanevi anlatısına görsel bir iz düşürdü, hem de bu yolla Osmanlı’ya ve Türklüğe az buçuk sevgisi olan herkesi mest etti. Elbette Yeşilçam nezdinde halkta milli bir kenetlenme de sağlayan tarihi fantazma yapımlarının o dönem çok tutulmasında, 70’lerdeki Kıbrıs sorunu, ardından gelen Barış Harekatı ve bundan sonra ABD ve NATO’nun Türkiye üstünde kurduğu baskı ve ambargoların payı olmadığını söyleyemeyiz. Ama işte Cüneyt Arkın da, sonuçta Cüneyt Arkın’dı.
Peki bu durum onun, milliyetçi, Türkçü, muhafazakar hatta dindar sıfatlarından birine sığdırılmasına ya da sıkıştırılmasına yol açtı mı? Bence hayır. Nitekim Cüneyt Arkın, 70’lerde tüm dünyayı kasıp kavuran ve elbette Yeşilçam’a da uğrayan sol politikadan da geri durmadı. Yavuz Özkan’ın ünlü Maden filminde Tarık Akan’la birlikte devletin sömürü düzenine karşı çıkan maden işçilerini oynarken de; gecekondusunu yıkan bir milyonerle başa çıkmaya çalışan bir adamın yaşadıklarını konu edinen Vatandaş Rıza’daki yoksul zanaatkar Rıza rolünü canlandırırken de; en az tarihsel mitsel milli kahramanları oynarken olduğu kadar başarılıydı. Aynı Cüneyt Arkın, daha sonra 1977 yılında sansür protestosu için İstanbul’dan Ankara’ya yürüyen oyuncular arasında yer aldı.