O iki hemşire
Geçtiğimiz günlerde iki hemşirenin çektiği iki selfie medyada haber oldu. Haber oldu, çünkü biri İstanbul'da biri Ankara'da çekilmiş her iki fotoğrafın da, arka planında bilinci yerinde olmayan hastalar en mahrem...
Geçtiğimiz günlerde iki hemşirenin çektiği iki selfie medyada haber oldu. Haber oldu, çünkü biri İstanbul'da biri Ankara'da çekilmiş her iki fotoğrafın da, arka planında bilinci yerinde olmayan hastalar en mahrem halleriyle yatıyor gözüküyordu. Fotoğraflar tepki çekti, hemşirelerden biri hakkında soruşturma başlatıldı, diğeri zaten stajyerdi…
Kimileri için, hele de sosyal medyada benzer paylaşımlar yapanlar için, bu o kadar da büyütülecek bir olay olmayabilir. Ama o hemşirelerin bu derece yoğun bir şekilde kınanmasının ve çalıştıkları hastane yönetimleri tarafından cezalandırılmasının çok haklı sebepleri var.
Susan Sontag'ın ünlü tanımıyla fotoğraf bir görme biçimidir. Ve İstanbul'da hemşire E.G. ve Ankara'da stajyer olan, çektikleri selfielerle arka planda yarı çıplak ya da baygın yatan hastaları hem nesneleştirmiş, hem onların mahremiyetini ihlal etmiş, hem de kendi ahlaki düzeylerinin, işlerine olan saygılarının yerlerde süründüğünü kanıtlamıştır.
“Sosyal medya biraz da böyle bir şey ama, değil mi?” diyecekler olabilir. Doğrudur, insanlara yüzyüze iken yapamayacağınızı; sosyal medyada bir nick arkasına gizlenerek ya da ona bile ihtiyaç duymadan, ama yazıyla ama resimle yapabilirsiniz. Hayatınızda hiçbir zaman karşılaşmayacağız insanlara küfrederek; hiç tanımadıklarınızı kötüleyerek, selfie'nize bilinci yerinde olmayan insanları meze yaparak yaşayabilirsiniz. O zahmetli mahkeme süreçleri devreye sokulmadıkça size hesap soran da olmaz. O hemşireler, hastalar baygın halde olmasaydı, o pozlar için izin alabilir miydi? Bırakın izin almayı, sormaya bile cesaret edebilir miydi, diye düşünelim. Cevabı hepimiz biliyoruz, değil mi?