Savaşlar ve milliyetçilik
Hafta başında aralarında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da olduğu 70’in üstünde ülkenin lideri, 1. Dünya Savaşı’nın sona ermesinin yıldönümünde Paris’te bir araya geldiler. Evsahibi...
Hafta başında aralarında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da olduğu 70’in üstünde ülkenin lideri, 1. Dünya Savaşı’nın sona ermesinin yıldönümünde Paris’te bir araya geldiler. Evsahibi Macron, yaptığı konuşmada milliyetçiliği vatanseverliğin düşmanı olarak tanımlayarak, dünya liderlerine milliyetçiliği reddetmeleri çağrısında bulundu.
Doğru, 1. Dünya Savaşı’nı başlatan, milliyetçilikti. Ama milliyetçiliğin tohumlarını modernizmin başlangıç evreleri olan Fransız Devrimi’ne ve hatta İngiltere’nin öncülük ettiği Endüstri Devrimi’ne kadar götürebiliriz. İmparatorlukların parçalanarak sona ermesine neden olan 1. Dünya Savaşı yani, milliyetçilik akımının sonucuydu. Daha sonra Avrupa’yı esir alan faşizm döneminin ve bunun yol açtığı 2. Dünya Savaşı’nın nedeni de milliyetçilikti. Daha doğrusu, milliyetçiliğin yanlış anlaşılması... Almanlar, yani Hitler milliyetçiliği kan bağı gerek-şart’ına, İtalyanlar yani Mussolini de iktidar partisi mensubu olma kuralına dek daralttıkları için ve bu aşırı tutkulu liderlerde toplumu harekete sevk edebilme kabiliyeti bulunduğundan, daha ilkinin üzerinden henüz 20 yıl geçmişken Avrupa’da yine milyonlarca insanın öldüğü ikinci büyük savaş patladı. 1945 yılında ise savaşmak BM Anlaşması’yla yasaklandı.
Ama imparatorluklar bittikten, ulus temeline dayanan tüm devletler birer birer ortaya çıktıktan sonra bile milliyetçilikler sona ermedi. Balkanlarda, Yugoslavya’nın parçalanmasıyla nar taneleri gibi saçılan küçük Balkan ülkeleri örneğinden de görülebileceği üzere, -soğuk savaş döneminin bitmesinin ardından- bu kez devlet altı milliyetçilikler ortaya çıkmaya başladı. Türkiye’nin yıllardır savaştığı PKK terörünün nedeni de buydu. İngiltere’de, İspanya’da ve Türkiye’de bu tür milliyetçiliklerin zafer kazanarak ülkeleri parçalamasına izin verilmedi. Yine de milliyetçilikler hala etkin ve artık dünya savaşlarına değilse de, iç savaşlara neden oluyor, yapılan bir araştırmaya göre 1990’lardan itibaren silahlı çatışmaların yüzde 95’i devletlerin içinde meydana geldi. Sözün özü, İran Irak Savaşı’nı da, Körfez Savaşı’nı da, Kosova’yı da, Bosna’daki iç savaşı da, güneyimizdeki Suriye’de olup bitenleri de –Suriye, Irak gibi bazı örneklerde başka etkenler de olmasına rağmen- milliyetçilik etkisini anlamadan kavramak zor olur.
Öte yandan Marx’ın bütün savaşları iktisadi sebeplere bağlayan o ünlü görüşü var ki, o görüşün de mevcut duruma bakıldığında hala geçerli olduğu anlaşılıyor; zira merkez ülkeler için çevre ülkeler ne kadar küçük olursa, o kadar kolay domine edilir. Çevre ülkeler dediğimiz, iç savaşlarla ya da zalim yönetimlerle anılan Güney Amerika, Ortadoğu gibi yerler. Aslında kabaca diyebiliriz ki, ABD, Kanada ve Avrupa olmayan her yer…
Öte yandan Rusya ve Çin gibi “çevre” kategorisinde bulunmasına rağmen “merkez”i hedefleyen, hatta sallayan ülkeler var. Sırf bu bile 1. Dünya Savaşı’ndaki düzeni yeniden hatırlamaya yetiyor. Durum o kadar bariz ki üstelik, Doğu ekseniyle Batı eksenine İtilaf ve İttifak devletleri dememek için hiçbir gerekçe yok. Batılı Bloktaki Trump faktörüyle oluşan çatlağı saymazsak elbette...
Gerçek şu, artık paylaşım savaşları tankla, tüfekle, orduyla, askerle yapılmıyor, bir ulus topyekün başka bir ulusa karşı mevzilenmiyor. Konavansiyonel savaş ancak iç savaşlarda söz konusu oluyor. Başka bir ülkeye müdahale edilecekse de terör örgütleri yaratılıyor ve onlar devreye sokuluyor, bazen müdahale araçları değişiyor ama geleneksel savaşlar, kesinlikle Batılı topraklardan uzakta cereyan ediyor.