Soçi süreci neden şarttı?
Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşmasına daha önce de defalarca yazdığım gibi hoş bakanlardan değilim. Ama bunun sebebi, bazılarının ileri sürdüğü gibi bu yakınlaşmanın Türkiye’yi...
Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşmasına daha önce de defalarca yazdığım gibi hoş bakanlardan değilim. Ama bunun sebebi, bazılarının ileri sürdüğü gibi bu yakınlaşmanın Türkiye’yi Batı ekseninden koparacağı endişesi değil; ama bu coğrafyanın kaderini, Osmanlı tarihini az-çok bilen herkes gibi Rusya’ya hiçbir şerait ve ahval dahilinde güvenilmemesi gerektiğini düşündüğümden...
Hala aynı düşüncedeyim. Avrasyacı ekseni kendi içine ne kadar sorunlu buluyorsam, Rusya’yla ilişkilere de azami derecede dikkat sarfedilmesi ve atılacak her adımın negatif ihtimali hesaba katarak dizayn edilmiş bir yedeğinin bulunması gerektiği inancındayım.
Öte yandan Suriye konusunda Türkiye, ateşe en yakın olan, o ateşi iliklerine kadar hisseden ülke olmasına rağmen, bölgede tamamen yalnız bırakıldı, üstelik bu yetmemiş gibi, bir yandan da zaten alev alev yanmakta olan ateş iyice harlandı. PKK’ya gönderilen bir orduya yetecek kadar çok ve çeşitli silah, ABD tarafından “DEAŞ terör örgütüyle savaşmak” gibi meşrulaştırıcı bir gerekçeye bağlandı. Oysa geldiğimiz noktada DEAŞ terör örgütünün üst düzey üyeleri, PKK’nın Suriye kolu olan YPG gözetiminde güven içinde aileleriyle birlikte Suriye’deki şehirleri terk ediyor. Tuhaf değil mi?
Hayır değil. Önce bölgede kurulmuş aktörler masasından nasıl kaldırıldığımıza bakalım. Bunun tarihi aslında MİT TIRları operasyonuna dayanıyor. Bu operasyonun ardından kâh FETÖcüler eliyle, kah FETÖcülerin tezlerine mal bulmuş mağribi gibi atlayan muhalifler eliyle, uluslararası toplumun ortak bilincine Türkiye teröre destek veren ülke koduyla yerleştirildi, Türkiye bir anlamda devlet olarak itibarsızlaştırıldı. Bunun ardından yavaş yavaş bölgede konuşlanmaya başlayan PKK uzantısı YPG terör örgütü parlatılmaya başlandı. DEAŞ’la savaşan kahramanlar olarak kadın teröristlerin uluslararası medyada ellerinde silahlarla verdikleri “sevimli” pozların üzerinden çok geçmedi.
Bu meşrulaştırımdan sonra, ABD’nin bölgede bir PKK devletine, hiç değilse otonomisine alan açtığı ortaya çıkmaya başladı. Bunun öncesinde PKK’ya gizliden gizliye gönderilen, ortaya çıktığında kem küm edilen silahlar; PKK-PYD-YPG teröristleri gerek basın gerekse siyasiler eliyle “Kürt müttefiklerimiz” denilerek yeterince meşrulaştırıldıktan sonra, artık inkar bile edilmemeye başlandı. Durum değişmişti, Suriye’deki iç savaştan en çok etkilenen, Suriye’ye tam 910 km sınırı bulunan; yaklaşık 3.5 milyon mülteciyi evinde misafir eden Türkiye, artık masada yoktu. Onun yerine bizim can düşmanımız olan bir terör örgütünün katilleri masaya oturtulmuştu.
Türkiye oluşan bu durum karşısında bir takım hamleler yapmazsa sadece oyuncu değişikliğiyle sahadan atılmış olmayacak, aynı zamanda bir terör devleti tehdidiyle karşı karşıya kalmış olacaktı. Durum buyken, İran-Rusya-Çin gibi başından bu yana bölgede etkin olan ülkelerle masaya oturmak zorunda kaldı. Evet, Rusya’nın, İran’ın, Çin’in, Suriye konusuna bakış açısı Türkiye’ninkinden oldukça farklıydı. Ancak, Türkiye ya o masada yer alacak ya da en uzun sınır komşusu olan ülke konusunda bile inisiyatif alamayan ve kendi çıkarlarını kollayamayan ülke durumuna düşecekti. Tercih yapıldı, çalışmalar yapıldı, Soçi’ye gidildi.