Sokak hareketleri
Fransa’da akaryakıt zamlarına karşı başlayan Sarı Yelekliler isyanı/hareketi aklıma ilk anda, 2001 yılının Ocak başlarında Filipinlerde başlayan kalkışmayı getirdi.Ülkedeki hareketin...
Fransa’da akaryakıt zamlarına karşı başlayan Sarı Yelekliler isyanı/hareketi aklıma ilk anda, 2001 yılının Ocak başlarında Filipinlerde başlayan kalkışmayı getirdi.
Ülkedeki hareketin başlangıcı, bir gece yarısına doğru başkent Manila ve çevresindeki cep telefonlarına gelen bir mesajdaki “EDSA’ya git, siyah giyin” çağrısıyla olmuştu. EDSA dedikleri, Manila’nın en büyük caddesi ve toplanma alanı olan Epifanio de los Santos Caddesi’ydi. O geceyi izleyen günlerde, bu caddeye toplanan siyah giyimli protestocuların sayısı 1 milyonu aşmıştı. Protestoların başladığı ilk günün üzerinden geçen dördüncü günde de, o dönemki Filipinler Devlet Başkanı Estrada görevini bırakmak zorunda kalmıştı.
Fransa’daki “Sarı Yelek” kostümü, yeni toplumsal hareketlerdeki ilk örnek değil yani. Bu tür olaylarda eylemcilerin kullandığı taktikler, eylem biçimleri ve stratejileri, genellikle o bölgenin ya da ülkenin gündelik hayatıyla iç içe geçmiş içerikler taşıyor. Tıpkı kostümler gibi, bu taktikler, araçlar ve eylem biçimleri de kimlik göstergesi ve tanınma talebi.
Geldiğimiz noktada tuhaf olan şu; artık dünyanın hangi şehrinde ne zaman bir ayaklanma çıkacağı öngörülemiyor. Geçtiğimiz yıl başında, günlerce süren ve hiç bitmeyecekmiş gibi gözüken Tahran sokak protestolarını analiz ediyorduk. Ondan önce, 2014’te İsveç-Stockholm’de ciddi bir meydan isyanı, Kiev ve Caracas’ta kitlesel gösteriler vardı. 2013 yılında Türkiye’deki Gezi hareketi vardı, her ne kadar biz kendi derdimize düştüğümüz için fark edemesek de aynı yıl Rio’da ve Hamburg’da büyük ayaklanmalar çıktı. Daha öncesi ise üzerine tezlerin, kitapların yazıldığı Mısır ve Tunus başta olmak üzere Arap isyanları. Occupy Wall Street eylemlerini, İspanya ve İzlanda’da adlarına devrim denecek ölçüde genişleyen ölçeklerdeki sokak hareketlerini, Yunanistan’da ortalığı savaş alanına çeviren 2008 isyanlarını hepimiz hala hatırlıyoruz.
2000’lerin başından itibaren coğrafya ya da bölge fark etmeksizin çeşitli ülkelerden insanların sürekli sokağa döküldüğünü sanırım rahatlıkla söyleyebiliriz. Görünen o ki milenyum sonrası ilk yüzyıl, teknolojinin de hatırı sayılır katkısıyla, yaşadığı hayattan memnun olmayan kitlelerin bir araya toplanarak, içinde şiddet de olan çeşitli şekillerde eylem yaparak haklarını arama yüzyılı olmaya doğru gidiyor. En azından, ilk 20 yılı –yuvarlak hesapla- bu şekilde geçti bile...
Yine de benim görebildiğim kadarıyla, dünyanın Doğu ve Güney yarısıyla, Batı ve Kuzeyi arasında temel bir farklılık var, o da; toplumsal hareketlerin gerekçeleri. Avrupa’da ırkçı sağ yükseliyor, ayrımcı, yabancı karşıtı politikalar her geçen gün ivmesini arttırarak merkeze doğru yaklaşıyor. Genel bir siyasi çıkışsızlık hakim eski kıtaya ve yenisine. Zira, insanlığın yüzyıllar boyunca biriktirdiği değerlerin, heba edilmesi ihtimali demek bu.