Ölüm ve dostluk
Eugène Ionesco’nun Günlük’ünü okuyorum.İlkin orasından burasından karıştırmaya başladım.Her sayfasında ölümle burun buruna kalmış bir insanın portresi çıktı...
Eugène Ionesco’nun Günlük’ünü okuyorum.
İlkin orasından burasından karıştırmaya başladım.
Her sayfasında ölümle burun buruna kalmış bir insanın portresi çıktı karşıma. Ölümden korkuyor. Ciddi, sahici bir korku... Boşlukta kalacağını, boşlukta sallanacağını düşünen birinin korkusu... Ölümü reddetmek istiyor, öldürmeleri kınıyor... Savaşın ürpertici halleri onu ölümün bir ucundan öbürüne savurup duruyor...
Açtığım her sayfada benzer cümlelerle karşılaştım. Bu yazdıklarım onun cümleleri değil, benim ondan anladıklarım... Kitabı atlamadan okursam belki onu daha derinden anlayacağım. Ionesco’nun Türkçeye çevrilmiş olan bütün oyunlarını okuduğumu sanıyorum. Bazılarını sahnede izleme fırsatım da oldu. Onun ironisine aşinayım. Ama onun ölüm karşısında bunca tedirginlik yaşadığını bilmiyordum. Piyeslerine bakınca onun ölüme karşı alaycı bir tavır içinde olabileceğini düşünürdüm. Öyle değilmiş...
Bir başka seferde belki onun ölüm mülahazaları üstünde de durabilirim. Ama Günlük’te karşılaştığım bir cümle beni başka bir yönüyle ilgilendirdi. Cümlenin başını sonunu bilmiyorum. Şöyle minik bir paragraf:
“Yalnız bir tek düşünceyi, bir tek amacı yaşatma borcundaydık: Karşımızdakinin mutluluğunu sağlamak, birbirimizin ayaklarına kapanmak. Birbirimiz uğruna, açık olup olmadığını bilmeden pencereden atlamaya hazır, gözlerimizin içine bakıp durmalıydık.” (Günlük, Türkçesi: Halil Can, Cümle Y., Ank. 2015, s. 141).