Temsilde hata olursa!
Anayasamızın 67. Maddesi tüm vatandaşların devlet yönetimine katılmasına imkân veren siyasal haklarını güvence altına alan “Temel Hak ve Hürriyetler” bahsinin bir alt kavramıdır. Bu cümleyi hukuk...
Anayasamızın 67. Maddesi tüm vatandaşların devlet yönetimine katılmasına imkân veren siyasal haklarını güvence altına alan “Temel Hak ve Hürriyetler” bahsinin bir alt kavramıdır. Bu cümleyi hukuk jargonunun kuru ve soğuk atmosferinden sıyırıp gündelik yaşamın yalın diline indirecek olursak, bize özet olarak şunu söyler: “Türkiye Cumhuriyetinin bütün vatandaşları devletin yönetimine katılma hakkına sahiptir.”
İyi, güzel de bunu nasıl yapacağız? Hele bizim ülkemizde uzun yıllar, Yılmaz Erdoğan’ın bir öyküsünde kullandığı tabirle “Devlet, üstünde GİRİLMEZ yazan bir kapı…” misali iken ve “işi olmayan giremez”ken…
1876 yılında “Meclis-i Mebusan” kurulup ilk demokrasi maceramız başladığında her 50 bin vatandaşı temsilen bir erkek mebus seçilerek meclise gelip iş bu 50 bin kişiyi temsilen devlet idaresine katılacaktı. Bugün 142 yıl sonra her 135 bin vatandaşı temsilen bu defa yalnızca erkek değil, kadınlar da milletvekili seçilerek mecliste temsilen devlet yönetimine katılacaklar. Evet, tüm vatandaşların devlet yönetiminde bizzat aktif olarak bulunması elbette mümkün değil. Ama bizi temsil etmesi için seçtiğimiz vekiller acaba ne kadar bizi temsil edebilir? Kaldı ki biz seçmenler, kendi bölgemizdeki vekillerin kişisel özelliklerinden ziyade mensubu bulunduğu partinin temsil ettiği değerlere oy veriyoruz.
Demokrasi tecrübemizin başladığı 1876 yılından bu tarafa (aradaki istibdat ve işgal yıllarını çıkarmamız gerekir) oluşan parlamento ve temsil yapısı, hükümetlerin vatandaş tabanından kopuk bir mekanizma geliştirmiş. Milletvekilliği “iş takipçiliği” şeklinde yapılanınca ortaya çıkan bu mekanizma da haliyle vatandaşın milletvekilinden beklentilerinin neler olabileceği konusunda belirleyici olmuş. Yani, vekile niye gideriz? Herkesin bildiği gibi torpil için, tayin için gidilir milletvekiline. Çünkü temsil mekanizması bu şekilde kurulmuş ya da zamanla bu hale gelmiş. Peki, bir anayasal hak olarak biz vatandaşlara verilen “yönetime katılma imkânı” bu mudur?
Hepimizin ülkemizde uygulanan politikalara ilişkin bir fikrimiz, olumlu ya da olumsuz eleştirilerimiz ve önerilerimiz vardır. Toplum olarak en çok siyaset konuşan ülkelerin başında geliyoruz. Ülke gündemini yakından takip ediyor, sık sık siyasi tartışmalara giriyoruz. Bir araya geldiğimizde üç beş kelamdan sonra hemen siyasi mevzulara girip hararetli tartışmalar yapıyoruz. Tüm bu düşünme, konuşma ve tartışmaların somut neticesi oy sandığında ortaya çıkıyor. Zaten başka türlüsü de nasıl mümkün? Bir tek oyumuz var, onu da seçim zamanı kullanarak temsilcilerimiz vasıtasıyla devlet yönetimine iştirak ediyoruz.
İyi de açıkça görülüyor ki bu mekanizma, yani “Temsili Demokrasi” vatandaşın yönetime katılmasını sağlayamıyor. Sağlayamadığı gibi topluma sadece seçim zamanları siyasete katılmaktan başka bir seçenek bırakmadığı için halk nezdinde devlet “Üzerinde girilmez yazan kapı” olarak konumlanıyor, devlet ve halk arasındaki makas hiç kapanmıyor.