Bu günah ona yeter
12 Eylül öncesinin Gölge dergisinden tanışmıştık onunla; şiiriyle, duruşuyla. Aradan kırk yıl geçti hâlâ o düzeyde o kalitede bir dergi çıkartılamadı. Sonra... Akıncı...
12 Eylül öncesinin Gölge dergisinden tanışmıştık onunla; şiiriyle, duruşuyla. Aradan kırk yıl geçti hâlâ o düzeyde o kalitede bir dergi çıkartılamadı.
Sonra...
Akıncı Güç'le birlikte yürüyüş başladı.
Trabzon'da Ortahisar'da Ahmet Karabıyık, Turgut Balık, Ali Öztürk, Namık, Robot ve daha nicesiyle birlikte "kendinden zuhur" gibi bir yürüyüş eyledik.
Aydınlık Savaşçıları hepimizin ezberindeydi.
Şiirlerini meydanlarda haykırırdık abilerimizle birlikte:
- "elbirlik olmak
gayesine ermemiş savaş
bitmemiştir diyenlerle
omuz omuza dayanmak
kalelerine emperyalizmin
ne dur
ne durak
ne rahat
yükseğe
daha yükseğe
en yükseğe
dikilsin
bu
bayrak
bu bayrak
yükselen
mücadelemizin
düşenler varmış
düşenler olurmuş
düşsün
aralık kalmaz bu saflar..."
Dili, duruşu, üslubu çok farklıydı diğerlerinden.
Ah bir bu anlaşılsaydı... Üstadın hohlayarak erittiği buzdağları çamur deryasına değil gül bahçesine dönerdi.
İlk kitabı: "Bütün Fikrin Gerekliği / iktidar siyaset eylem" elimizden hiç düşmezdi.
Sonra...
Hikâyesi hepimizi yakacak korkunç bir "cinnet müstatiline" maruz kaldı.
28 Şubat darbe sürecinde çocuğunu okula götürürken yoktan yere alındı.
Zira, daha 90'lı yılların başında Fetullah'ın ABD köpeği olduğunu haykırmıştı.
Tek başına bir "akademya" gibiydi.
Bir düşünce geleneği oluşturacaktı.
Altın silsilenin peşinde duruş ve endam sahibi entelektüel bir kadro yetişecekti.
FETÖ bu yüzden ilk hedefe onu koydu.
İşkencelerden geçirildi. Hücrelerde yatırıldı, telegramlara maruz bırakıldı.
Yüzündeki darp ve işkence izleri...
"Tıraş olurken yüzünü kesti" manşetiyle sunulacak kadar alçakça bir kişilik katli uygulandı.
Yılmadı. Af dilenmedi. Milim eğilmedi. Susmadı. İçerdeyken eserleri 60'ı geçti.
Tam 16 yıl suçsuz yere mahpus damında çürütüldü. 23 Temmuz 2014'te özgürlüğüne kavuştu.
Şayet...
Erdoğan'ı Cumhurbaşkanlığına taşıyan süreç olmasaydı, hücrede can verecekti.
"Aşksız iman, merhametsiz aşk, öfkesiz merhamet, merhametsiz adalet olmaz" diyen İBDA mimarına namütenahi kinleri, nefretleri vardı.
Zulme karşı bu akıl almaz sessizliğe karşı...
Bir vicdan patlaması mesabesinde, "Yeter artık, bitsin bu zulüm," diye haykırınca (2011'de Ülke TV'de) envaiçeşit tehditler aldım.
Büyük Doğu mimarının, "siz benim arkamdan gelmeyeceksiniz, ben sizin arkanızdan koşacağım" diye iltifat ettiği İBDA mimarına bunca zulüm reva görülürken "dönemin cumhurbaşkanı" (eski Büyük Doğu'cu) Abdullah Gül (af yetkisi olduğu halde) sonuna kadar seyretti.
Neden acaba?
İBDA'cı gençler Fe'mi'sini üzdüler diye mi yoksa Gülen "üzülür" diye mi?
Daha başka ne diyeyim, bu günah ona yeter.