Doktorları ne yapalım?
Sabah Gazetesi Salih Tuna'nın bugünkü (22.03.2022)''Doktorları ne yapalım?'' başlıklı yazısı.
Peyami Safa'nın "Dokuzuncu Hariciye Koğuşu"na taş çıkartacak bir hastane hayatıdır benim ilk gençliğim.
12 Eylül öncesinin bu siyah-beyazlı yıllarından zihnime kazınan, doktorların "çatık kaşlı" olmaları, hastaları hep azarlamalarıydı.
Üstelik, kimsecikler onlara en ufak saygısızlık yapmazdı.
Tam aksine, baş tacı edilirlerdi.
Anneciğimle hastane kapılarında ilk mektepten liseye kadar maruz kaldığım muamele aklıma geldiğinde hâlâ yüreğim yanar!
Kendime söz vermiştim: Bir gün elime kalemi alırsam, doktorlarla dalga geçecek, intikamımı alacaktım.
Ne ki, ortaokulu bitirdiğim o yaz, Moliere'in hayatına dair bir rivayeti öğrenince vazgeçtim.
Rivayet odur ki...
Doktorlar kendileriyle dalga geçtiği için Moliere'i tedavi etmeye yanaşmazlar, hatta öldüğünde Tanrı'nın onu cezalandırdığını iddia ederler.
Gerçi ben onun kadar "acımasız" olmayacaktım ama yine de tırstım.
Acımasız dediğim...
"Hastalık Hastası" oyununda (bizzat kendisinin canlandırdığı) Argan, doktorunun (Purgon) zengin olduğundan söz edince, hizmetçisi Toinette şöyle der: "Bu kadar zengin olduğuna göre çok insan öldürmüş olmalı..."