Pedri denen bela
Takımın adı Galatasaray olunca, Avrupa maçına çıkınca, ilk karşılaşmada golsüz berabere kalınca, rakibin adının Barcelona olduğuna bakmıyor, gerçekleşeceğine inandığın bir...
Takımın adı Galatasaray olunca, Avrupa maçına çıkınca, ilk karşılaşmada golsüz berabere kalınca, rakibin adının Barcelona olduğuna bakmıyor, gerçekleşeceğine inandığın bir hayale kapılıyor, umuda yelken açıyorsun… Biliyorsun ki, geride yaşanmışlıklar, tarihe yazılanlar var… Doğal olarak “hadi bi daha“ diyorsun… Haksız değilsin…Bunlar maç öncesi duygular elbette... Maç başladı, tatlı bir umuttan, tatlı bir hayaldan hakikate döndük… Karşımızdaki Barcelona, ilk maçtaki Barcelona değildi… Daha ilk dakikadan topu ve maçı Barcelona‘ya bıraktık…Dünyanın en iyi pas oyununu oynayan Barcelona, Galatasaray’ın bıraktığı geniş alanlarda istediği gibi top çevirdi… Mutlak bir hakimiyet kurdu… Oysa ilk maçta olduğu gibi rakibe yakın oynamalı, bu kadar rahat pas yapmasını engellemeliydik… Ya düşünemedik ya da hem savunma yapayım, hem hücuma çıkayım derken ikisinde de eksik kaldık…Buna rağmen De Jong’un auta giden bir şutu dışında kalemizde bir sıkıntı yaşamadık… Hatta kaleci Pena yere bile yatmadı… Hele duran toptan Marcao kafasından kazandığımız gol, tarihe yeni bir imza atmanın habercisi gibiydi…Bu golden sonra oyunu tutmalı, hiç olmazsa devreye 1-0’la girmeliydik… Yapamadık; Pedri denen bir...