LOZAN’da Türkiye’nin çıkarları yeterince gözetildi mi? Lozan bir diplomasi zaferi midir?
Lozan’a doğru şekilde nasıl bakmalıyız
LOZAN’da Türkiye’nin çıkarları yeterince gözetildi mi? Lozan bir diplomasi zaferi midir? Yoksa, bazılarının öne sürdüğü gibi bir diplomasi yenilgisi mi? Musul’un Türkiye Cumhuriyeti...
Yoksa, bazılarının öne sürdüğü gibi bir diplomasi yenilgisi mi? Musul’un Türkiye Cumhuriyeti sınırları içine dahil edilememiş olması Lozan’ı başarısız gösterir mi?
Bu tür sorular Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş belgesi olan Lozan’la ilgili bitmeyen bir tartışmanın konusudur. Dün, Lozan Antlaşması’nın imzalanmasının 94’üncü yıldönümüydü. Önemli tarihi olayların yıldönümleri, bilgilerimizi tazelemek ve süregelen tartışmalara güncellenmiş bilgilerimiz ışığında yeniden bakabilmek açısından yararlı bir vesile oluşturur.
Bugünkü yazımda bu vesileyi saygıdeğer meslektaşım Taha Akyol’un “Bilinmeyen Lozan” başlıklı kitabı üzerinden değerlendirmek istiyorum. Akyol’un büyük ölçüde ilk Meclis, İngiltere Avam Kamarası tutanakları ve ayrıca Lozan Konferansı tutanaklarına dayandırdığı bu çalışması, Lozan’la ilgili tartışmalara doğru bir çerçevede yaklaşabilmek bakımından değerli bir referans kitap özelliği taşıyor.
Milli mücadeleden zaferle çıkılmasından sonra sıra, tarihe karışan Osmanlı İmparatorluğu toprakları üzerinde kurulan yeni devletin uluslararası camiaya katılmasına ve Osmanlı’nın tasfiyesinin beraberinde getirdiği kapitülasyonlar, borçlar, sınırların çizimi gibi pek çok ciddi sorunun çözümüne gelmiştir. Lozan Konferansı, 20 Kasım 1922’de işte bu sorunları görüşmek üzere açılır. Mustafa Kemal, meydan muharebeleri kazanıp cepheden tozlu çizmeleriyle çıkıp gelmiş muzaffer bir komutanı bu kez iskarpinlerini giymiş, elinde silindir şapkasını taşıyan bir diplomat kimliğiyle Lozan’a başmüzakereci olarak gönderir. İsmetİnönü, Lozan’da müttefiklerin kendisinden çok daha yaşlı ve tecrübeli kurt diplomatlarının, devlet adamlarının karşısına çıktığında henüz 38 yaşındadır.