Şehir hayatı psikolojimizi nasıl etkiliyor?
Geçen yüzyıldan itibaren insanlar kırsal kesimlerden, çiftlik ve küçük kasabalardan şehirlere göç etme eğilimine girdiler. “Taşı toprağı altın” gibi görülen şehirler...
Geçen yüzyıldan itibaren insanlar kırsal kesimlerden, çiftlik ve küçük kasabalardan şehirlere göç etme eğilimine girdiler. “Taşı toprağı altın” gibi görülen şehirler nüfus artışı sebebiyle giderek büyüdü. Çünkü özellikle büyük şehirlerde iş, sağlık ve geniş yelpazede mal ve hizmet bolluğu olduğundan insanlara çekici geliyordu.
Şehir hayatı aynı zamanda çeşitlilik ve konfor sunuyordu. İnsanlar ihtiyaçlarına daha kolay ulaşabiliyorlardı. Eğitim imkânları üst düzeydeydi. Ulaşım araçları boldu.
Ancak böyle avantajlarının yanında bazı problemler de çıkmaya başlayınca şehirlerin öyle çok mutlu olunacak yerler olmadığı anlaşılmaya başlandı. Kırsal yörelerdeki dostluk, dayanışma, tanışık olma ve yardımlaşmanın yerini rekabet, maddi yarış, hırs ve hayal kırıklıkları almıştı. Para ve maddiyat sahibi olmak, el üzerinde tutulmanın kıstası haline gelmişti. Teknolojik gelişmeler ve araçlar sosyalleşmeye darbe vurmuştu. Aynı mahallede veya apartmanda yaşayanlar bile birbirini tanımayabiliyordu. Komşuluk asgari düzeydeydi.
Üstelik şehir sakinlerinin birbirleriyle kurdukları bağlantıların birçoğu gelip geçiciydi ve başka amaca yönelikti. Mağazaya alışverişe gittiğinde tezgâhtarla, bankada işlem yapan memurla veya sinemaya girerken bilet satanla kurduğu iletişim gelip geçici temastan ibaretti. Kurulan iletişim sohbet ve muhabbet dolu dostluklara değil başka amaçlara yönelikti. İnsanlar arasındaki bağ giderek gevşiyordu. Bu da insanların yalnızlaşmasına ve sıkıntılar yaşamasına sebep oluyordu.
Ayrıca şehir hayatı daha çok zihni uyarılma, daha çok mesaj ve imgeler alma, daha çok duyumlar ve etkinlikler demekti. Gürültü, karmaşa, trafikte geçen saatler, kalabalık yine şehirlerin karakteristiğiydi. Böylelikle şehirde yaşayanlar daha stresli hale geliyor ve daha bir yükleniyor, zorlanıyordu.