Şairin şehre, insanlara ve hakikate yürüyüşü: Hüseyin Akın
Şair şehre yürür önce… Şehrin kaybolmaya yüz tutmuş, eskinin kadim ve güzel yüzünü arar gibi düşer yollara… En çok kahvehaneleri sever. Buğulu çayların yudumlandığı, kasvet...
Şair şehre yürür önce… Şehrin kaybolmaya yüz tutmuş, eskinin kadim ve güzel yüzünü arar gibi düşer yollara… En çok kahvehaneleri sever. Buğulu çayların yudumlandığı, kasvet, yoksulluk ama en çok da vefanın ve dostluğun, kardeşliğin mekânı kahvehaneleri.
“Bir kentle ilgili yazmak için de o kenti yazınsal anlamda süzüp temaşa edebilecek bir köşe bulmak gerekiyor” derken şehrin tenha kıyılarını keşfetmiş ve o şehre ruh üfleyen mekânların gizemli müdavimi olmuştur adeta. İstanbul serhat bir yâr gibi koynuna almıştır, sarıp kuşatmış, sevdasını akıtmıştır şairin yüreğine. O’nun İstanbul’u yüreğinden mısralarına akar.
Ankara’ya yıllar sonra yürümek oysa ufuksuz bir kente yürümek gibidir. Ama şair gri gökyüzünden, sıkışık devasa binalardan, bitmeyen taşra kederinden sıyrılıp şehrin profan ve soğuk çehresine de şiirlerini akıtmasını bilir. Ve kendi deyimiyle ‘soluk alıp verebileceği’ bir köşe bulma telaşındadır. “Zaten benim tüm hayatım kahvelerde geçmiştir ve her kent bende kahvelerde yaşar” diyecek kadar iddialı bir cümlenin altına atar imzasını. Ankara’nın abus cehresine baktığında yakın, sıcak bir şehir çehresi, büyüleyen gri bir siluet arasa da bulamaz. Kent imgeler yoksunu bir hal ile soğuk ve o derece de siyah beyaz fotoğraf kareleri yalnızlığında soluk alıp verirken, engin denizlere, rengârenk ışıkların yanıp söndüğü ışıl ışıl asma köprülere, yakamozlara, deniz kokusuna, rıhtımlı bir kıyıya ne yazık çok uzaktadır. Ve şair yine solup alıp verdiği kahvehanelere sığınarak şiirlere, şarkılara ve edebiyata konuk olmamış bu yalnız, kadim ve ruhsuz, imansız şehrin dertlerini dinlemeye kendini adar gibidir. İşte o zaman yaslar yüreğini şehrin yanık türkülere benzeyen, yalnız insanlarına, maneviyattan yoksunu sokaklarına, tenha bulvarlarına…
Şair yürüdüğü şehirlerden aldığı ilhamla insanların simalarına bakar gibidir. Sıradan, doğal, öylesine sıcak bir muhabbetle onların içinden birisi gibi, yürür dertlerine, aşklarına, derin sızılarına, sevdalarına. İnsana yürümek kendine, kendi oyuklarına yürümek gibidir Hüseyin Akın’da. Her daim mütebessim çehresi mütevazı duruşu ile size sıcak ve kedersiz, sıkıntısız, gamsız bir tebessüm hediye edebilir. Şair o zaman, bir kardeş sıcaklığında gülümser. Gülümsediğinde dostluğun kardeşliğin hasbi durağıdır kalbiniz. Sonra insana yürüdüğünde şair; umutların tükendiği demlerde, omuzlarınıza yeniden yeniden dirilişi ve aşkı yükler gibi ümit ve güvenle bakar ve öylece gider. Yarınlara dair sıcak yaz günlerinin kuşatıcılığında, bahar serinliğinde, size eşsiz dostluklar yükleyip gider… Büyük şairler ne yazık artık şehrin tenhalarına, fildişi kulelerinde derin sancılara gark olmuş, imgesel ve yalın düşlerin sarhoşluğunda hep uzak şiirler yazarken, o hep yüreklere yürür gibidir.
Hüseyin Akın’a, tarihi bir binanın taş duvarının dibinde, Kızlarağası Medresesi’nin kadim mimarisinin çay buğusu ile ısınan dostluğun ve kardeşliğin duyumsandığı bir küçük loş hücresinde veya bir kafenin tenhalıklarına doğru yüreğine doğru eğilmiş halde mısralar diziyorken rastlayabilirsiniz. Sonra sınıf tahtasının başında en çok gençleri, çocukları ayartan, doğruluğa, insanlığa doğru, okuma duraklarının erdemli yolculuklarına çağıran sesine rastlarsınız. Ezberi bir eğitime eleştirel bakışıyla ve duruşuyla gençleri hep kendi yüreklerine doğru eşsiz yolculuklara çıkmak için seferlere çağırır. Kendilerini keşfetmelerini usanmadan anlatırken, yaşadıkları dünyanın geçici duraklarında Allah’a kul olmanın bilinciyle yürümenin sorumluluğunu anlatmanın derdi vardır yüreğinde.
"Görüntü ve gürültü çağında yaşıyoruz. İmajların iletişimde çok önemli bir payı var. Bir şeyi görmüş olmak en büyük bilgi kaynağı olarak adlandırılıyor. Bu yüzden televizyonlar bizim kelimelerimizi yok ediyor. Gürültü de sesimizi duyurmamaya başlamıştır. Hayata intibak etmek için sanata tutunmak lazım. Kuran'ı anlayabilmek için sanata tutunmak lazım. Çünkü gerçek sanatçının eseriyle muhatabız. Çünkü sanat, Allah'la aramızdaki barikatları kaldırma uğraşıdır" derken şairin asıl amacı gerçek ‘Sanatkârı’ göstermektir.